Bulanık hissediyordum. Tıpkı küvete doldurduğum suya karışmış karanlığım gibi.
Kendi içimde, kendi kafamın içinde yavaş yavaş iz bırakmadan kayboluyordum. Gerçekleri bulmak onlara, hiç bırakmayacakmış gibi sarılmak istiyordum fakat her şey ulaşamayacağım kadar çok uzakta bana gülümsüyordu. Acıyarak...
Rubert, beni küvette ki suyun içinden çıkardığında suyun kulaklarımdan aktığı o ürpertici ses dağılmış benliğimi iyiden iyiye tuzla buz etmişti. Ve şimdi ıslanmış kirpiklerimin, kızarmış gözlerimin altından ve sıcak suyla buharların gezindiği banyoda görebildiğim tek şey delici gözlerinin kocaman açıldığıydı.
Ciğerlerime saldıran oksijenle daha çok boğulacakmış gibi hissediyordum. Deli gibi sıktığım ellerimle küveti kavramış hırıldayarak – daha çok öksürerek- nefes almaya çalışıyordum. Kızgın yüz ifadesinin arkasında küçücük bir yerde saklanmaya çalışan kırılgan ve anlayışlı Rubert'i görür gibi olmuştum. "Tanrım." Diye soludu öksürük krizi boğazını serbest bıraktığında. "Bunu neden yapıyorsun?" sesi beklediğimden daha alçak ve üzgündü. Boğazını tutan kocaman elleriyle bakışları banyonun toprak rengi zeminine kaymıştı. İkimizde soluklarımızı düzenlemeye çalışıyorduk.
Gözyaşlarım zaten sırılsıklam olmuş yüzümü daha da ıslatırken boğazımda ki hıçkırığı daha fazla tutamadım. Küvetin içinde sırtımı mermere yaslayıp, bacaklarımı kendime çekerken yüzümü sakladım. Her hareketimle küvetten dışarı sular damlıyor, zeminde oldukça büyük iz bırakıyordu. "Hepsi benim yüzümden." Boğuk sesim yüzünden ne dediğim anlaşılmıyordu. "Arkadaşım öldü. Çevremdekiler zarar görüyor. Virüs gibi yanıma yaklaşanları öldürüyorum."
Küvetin yanına diz çöküp karşımda ki mermere elini sonra da çenesini koyup avucuyla yanağımı okşadı. "Bu olanlar senin suçun değil." Sesi masal anlatır gibi dinlendiriciydi.
"Engel olamadım."
"Yapma Diana." Dedi. "Süper kahraman olduğunu düşünüyorsun ama öyle değilsin, bunu nasıl engelleyebilirdin?"
"Sadece izledim." Diye inledim gözümün önünden geçen görüntüleri anımsadıkça. Odun parçasıyla Sarah'ın kafasına vurduğunda çıkan o iç gıdıklayıcı tok ses kulağımda, zihnimde defalarca yankılanıyordu. Başımı sağa sola sallarken kulaklarımı avuçlarımla kapadım. Ses gitmiyordu. Kafamı suyun altından çıkarmak istemiyordum. İstediğim şey yankılanan sesin bir şekilde bastırılmasıydı. Çığlık atmalıydım. Avaz avaz bağırmalıydım. Yada ölene dek sağır kalmalıydım. "Bağırıp yardım istemedim."
"Ormanın en izbe yerindeydiniz. Saat oldukça geç olmuştu. Bağırdığın zaman sesini kimin duyacağını umuyordun?"
Kulağımın üstünde ki avuçlarımı yüzüme kaydırıp, gizlenmeye çalıştım.
"Telefonum cebimdeydi, birini arayabilirdim."
Rubert'in elleri bileklerimi kavradığında kapadığım yüzümü açmak zorunda kaldım. Kendimi herkese karşı suçlu hissediyordum. "Korkmuştun." Diye mırıldandı güçlü kalın sesi. "Şoka girmiştin, cebinde telefon olduğunu bile eminim çok sonradan fark etmişsindir. O durumdayken bunu düşünmemen çok normal."
Kan toplamış yaralarıma temas eden su içimi sızlatırken ifademi bozmadan "Ben cadıyım." dedim. "Büyü yapabiliyordum. Onu da yapamadım." Ağlamakla rahatlamak arasın da gezinirken acıyla iç çektim. "Arkadaşımı kurtarmayı beceremedim."
Bileğimde ki eli suyun altına gidince küvetin giderini tıkayan tıpayı açtığını, su tamamen boşalıp çıplak kaldığımda anladım. Vücudumda asılı kalan bütün su damlaları yüzünden titriyordum. Ortamın soğukluğu tenime hücum ediyordu. Cansız kalan tenim bu karşısında canlanıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL
Fantasy"Hayır." diye bağırdım inatla. "Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum. Ben bu değilim. Ben canavar değilim. Bugüne kadar nasıl yaşadıysam bundan sonrasında da o şekilde devam edebilirim. " Böyle olmayacağını adım gibi biliyordum. Ama kabulle...