Askerler her ne kadar silahlarını alıp antrenman yapmaya başlasalar da dikkatlerinin bizim üzerimizde olduğunu hissediyordum. Veliaht Prens, kraliyet ailesinden olduğunu kanıtlayan mavi-yeşil gözleri ile bana bakıyordu. Çok zeki biri olduğumu söyleyemezdim ama onun bakışlarından planladığı bir durum olduğunu anlamayacak kadar da aptal değildim. Onun yanında adımlarımı dikkatli atmam gerekiyordu. Yumruklarımı elbisemin katları arasında saklayarak yüzümde sahte bir gülümseme ile konuşmaya başladım.
"Prens Jason, Veliaht olmanın fazla iş yükü getirdiğini düşünürdüm. Bana ders verecek kadar vaktiniz olmanıza şaşırdım," dedim iğneleyici konuşmamı saklamadan. Aramızda hiç istemediğim bir bağ vardı ve ona yalan söylemek canımın yanmasına neden olacaktı. Gerçi onunda canı yanacağı için o an yalan söylemek cazip bile geliyordu.
Prens pelerinini çıkarıp, nereden geldiğini görmediğim bir askerin eline bıraktı. Üzerinde kahvaltı yaparken giydiği kıyafetler yoktu. Hayır, bu sefer bir asker gibi siyah, esnek kumaştan yapılan kıyafetler vardı üzerinde. Tarafsız bir göz olarak kabul etmeliydim ki bu kıyafetler Prensi daha çekici göstermişti. Karakterinin ise bu kadar tuhaf olması çok kötüydü.
"Henry'nin eşine her zaman vaktim vardır," derken biraz ilerimizde duran silah dolu masaya doğru ilerliyordu. Çok geçmeden bende peşinde ilerledim. Çünkü konuşmasına devam ediyordu. "Savaş sırasında yaralanırsan veya ölürsen Henry'nin herhangi bir işi doğru düzgün yapabileceğini sanmıyorum. O yüzden kendine dikkat etmelisin."
Kaşlarım hayretle kalktı. "Ne yani Henry insanları iyileştiremeyecek kadar kendinden geçer diye mi savunma öğrenmemi istiyorsun?"
Prens bakışlarını silahlardan kaldırmadan cevap verdi. "Sonuçta ufak tefek bir kadınsın. Başına her şey gelebilir."
Onun söyledikleri ile burnumdan soludum. Tabi askerlerin durmadan hareket ettiği toprak alanda havadaki tozları da burnuma çektim. Bu da üç kere üst üste hapşırmama neden oldu. Yine de öfkem biraz bile azalmamıştı.
"Bu ufak tefek kadın son hatırladığımda hayatınızı kurtarmıştı majesteleri," dedim başımı kaldırarak. Normalde hiç yapmayacağım bir şeydi ama bu adam o kadar sinirlenmeme neden olmuştu ki bu ülkenin gelecekte ki imparatoru olması umurumda bile değildi.
Prens elinde ucu tırtıklı bir bıçak ile döndüğünde gözlerinde tehlikeli bir ifade vardı. Bu öylesine ürkütücüydü ki geriye doğru bir adım atmamak için kendimi zor tuttum. Bana zarar vermek istese kaçmamın bir faydası olacağını sanmıyordum.
"Sanırım sana ne kadar değerli olduğunu söylerken eksik kelimeler kullandım," Prens her ne kadar benimle konuşsa da bir yandan bıçağı sapından kavrayarak onu sanki saldırıda bulunacakmış gibi deniyordu. Gözümü korkutmak için bunu yaptığına emindim.
"Sen gelecekte ne olacağını bilen tek insansın. Senin ne zarar görmeni isterim ne de düşman krallığın tarafına geçmeni," dedi.
Kaşlarım çatıldı. "Benim Kaysen Krallığına geçeceğimi mi düşünüyorsunuz?"
Prens sonunda bıçağı indirip gözlerini bana çevirdi. Dudaklarında bir gülümseme olsa da gözleri buz gibi bakıyordu. Bana güvenmiyordu. Hayır o sadece beni kontrol altında tutmak istiyordu. Belli ki sadece onun yanında olmam için Henry ile olan evliliğimize izin vermişti. Kitapta prensin bu özelliğinden bahsedilmemişti. Kendimi bir kaplanın kafesine kapatılmış gibi hissediyordum.
"Ben her zaman işimi sağlama alırım," dedi karşıma geçerek. "Ne dersin derslere başlayalım mı?"
Üzerimdeki kıyafetleri elimle gösterdim. "Bu kıyafetlerle öğrenmemi beklemiyorsunuz herhalde?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doktorun Karısı
FantasyÖlümü ona bir aile getirdiğinde hangi yolu seçmelidir? Harika bir evliliği, düzenli bir işi, mükemmel olarak adlandırabileceği bir hayatı vardı. Ama bir gün bir kaza bunları ellerinden aldı. Gözlerini açtığında kendini Doktorun Karısı adlı kitapt...