Karanlık.
Daha çok karanlık.
Gözlerim açık mıydı yoksa kapalı mı? Herhangi bir fikrim yoktu.
Karanlık çok katmanlı bir duvar gibiydi. Buraya neden gelmiştim? Ölüp yeniden başka bir yerde gözlerimi açma düşüncesi paniklememe neden oldu. Henry ve çocukları bırakıp gidemezdim. Hayır, bu hayatımdan vazgeçmeyi reddediyordum. Zaten bir kere sevdiğim insanları geride bırakmıştım ve Henry... Tanrım onu geride bırakmak istemiyordum. Bu karanlıktan çıkmalıydım. Onu geride bırakmak söz konusu bile değildi.
Sinir krizinin eşiğinde gezinirken sesler duydum.
Oldukça zayıf ve beli belirsizdi ama yine de dipsiz karanlıkta yankılanan bir ses vardı.
Önce ne sesi olduğunu çıkaramadım. Dikkatimi verip yeniden dinlediğimde bunların kahkaha sesi olduğunu anladım. Küçük çocukların neşe dolu kahkahası. Aklıma hemen Clare ve Allan geldi. Onlar olabilir miydi? Onların yanına gitmek istiyordum. Ama nereden gidecektim? Karanlıkta durmama rağmen çok uzağımda ufakta olsa bir ışığın parladığını gördüm. Bir mandalina kadardı. Ona doğru ilerlerken attığım her adımda sesleri daha net duyabiliyordum.
Adımlarım hızlandı. Kahkaha sesleri tanıdık değildi ama karanlıktan kurtulmak için yapabileceğim tek şey buydu. Ben yakınlaşırken ışık daha da büyüyor, sesler daha gür duyuluyordu. Sonunda ışık geçebileceğim bir kapı halini aldığında bir an bile düşünmeden ışığa doğru adım attım.
Kendimi sıcak güneşin altında, tek katlı bir evin bahçesinde buldum. Çamaşır asan yaşlı bir kadın çamaşırları ipe asarken yüzünde tatlı bir gülümseme ile gülüşen çocukları izliyordu. Rüzgarla sallanan çamaşırlardan kahkaha atan çocukları göremiyordum. Bir adım attım ve uçuşan çarşafların arasından geçtim. O zaman daha birkaç dakika önce yarasının temizlenmesini sağladığım yaralı genci gördüm. Kardeşleri olabilecek küçük yaştaki çocuklarla oyun oynuyordu. Aralarında yavru bir köpek vardı.
Adım adım gence doğru ilerledim. Buraya nasıl geldiğimi hatırlıyordum. Askerin gözlerini, tuhaf sesini ve elimi sıkıca tutması zihnimde hala canlıydı. Az önce çıktığım yere baktığımda bir girdap gibi dönen siyah dumandan oluştuğunu gördüm. Sanki gittikçe büyüyordu. Gencin yanına adım attığımda başını kaldırıp bana baktı. Diğerleri görmüyordu ama o fark etmişti.
Kaşlarını çattı. "Sende kimsin?" diye sordu.
Burası neresiydi? Gencin yanına diz çöktüm. Kardeşleri biraz ileride yavru köpekle oynuyordu.
"Beni hatırlamıyor musun?"
Çocuğun kaşları daha da çatıldı. Kahverengi gözleri kafa karışıklığını belli ediyordu. "Hatırlamalı mıyım?"
Nerede olduğumu biliyordum. Gencin zihnindeydim. Bu nasıl olmuştu? Üstelik ben buradaysam bedenimizin olduğu zamanda neler oluyordu? Henry kişinin zihnine işleyemezdi. Eminim endişelenmişti. Bir an önce onun yanına dönmek istiyordum.
Savaşı hatırlıyor musun?" diye sordum kardeşlerine bakarken. Onların yanına gitmek istediğini anlıyordum. Girdap durmadan dönüp duruyordu. Üstelik daha da genişlemiş gibi duruyor.
Kaşları normal halini alırken dudakları gerildi. "Savaş," dedi sanki ona yabancı gelen bir kelimeymiş gibi. Sonra yavaş yavaş gözlerinde farkındalığın belirdiğini gördüm. Sonra kaşları ağır ağır havalandı.
"Ben, ben savaştaydım evet," dedi. O sırada çocuklar ve yavru köpek ortadan kaybolmuştu. Biraz ileride çamaşır asan yaşlı kadında yoktu. Zihni kendine geliyordu ama siyah girdap daha büyümüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doktorun Karısı
FantasiaÖlümü ona bir aile getirdiğinde hangi yolu seçmelidir? Harika bir evliliği, düzenli bir işi, mükemmel olarak adlandırabileceği bir hayatı vardı. Ama bir gün bir kaza bunları ellerinden aldı. Gözlerini açtığında kendini Doktorun Karısı adlı kitapt...