24. Bölüm "İsteksiz Dük"

20.4K 2.2K 321
                                    

Prens Jason evden ayrılmıştı. Henry'de benimle konuşup bazı işleri halledeceğini söyleyerek evden çıkmıştı.

Tanrım, ne oluyordu?

Çayırlarda koşarcasına başlayan roman şimdi savaşa doğru ilerliyordu. İblisler, düşman ülkeler, unvana düşkün kana susamış, psikopat bir kardeş ve daha niceleri. Ben huzursuz hissettirdiği için gerilim filmleri bile izlemezdim ama sanki şimdi içine düşmüştüm. İstesem bile çıkıp gidemeyecektim.

Roman neden bu kadar öngörülemez şekilde ilerliyordu anlamıyordum. Açıkçası bu bilinmezlik beni endişelendirmeye başlamıştı. Nasıl ilerleyeceğimi de artık bilemiyordum. Doktorun dük unvanını geri alması ile çocuklar dahil hepimizin hayatının kardeşi tehlikeye girmesi demekti. Onu gitmemesi için ikna edemezdim ama kesinlikle onun savaşa girdiği yerde geri planda durmayıda kabul etmiyordum. Çocuklar bensiz idare edebilirdi ama babalarının başına bir şey gelmesine müsaade edemezdim.

Prens gittikten sonra Henry'de çalışma odasına kapandı. Orada fazla zaman geçiren bir insan değildi ama yalnız kalmak istediğini anlayabiliyordum. Onu rahatsız etmeye niyetim yoktu. Benimde aklımda düşünceler silsilesi birbirini izliyordu. Çocukları odalarından alıp geçte olsa mutfakta turta yapmaya götürdüm. Yemeklerin hoş kokusu mutfağı bir bulut gibi sarmıştı. Bizde çok geçmeden Sarah'ın yardımı ile turta hamurunu yapmaya başladık. Çocuklar mutluydu ve onların ne zaman yüzlerindeki gülümsemeyi izlesem içim buruluyordu. Babalarının savaşa girme ihtimalini onlara nasıl söyleyecektim.

Kitapta bu konuyla ilgili söylentiler vardı ama sonuna kadar savaş sahnesi okumamıştım.

Okuduğum kadarıyla Güneş krallığı -şuan içinde yaşadığımız krallık- çeşitli ve değerli taşların ev sahipliğini yaptığı bir krallıktı. Bu taşlar sadece güzellikleri ile değil aynı zamanda ülkeye kattığı büyü gücü ile de önemliydi. Tamam belki taşlar tek başına bir insana büyük güçler vermiyordu ama toz haline getirilip sıvıyla tüketildiğinde insana büyü güçleri veriyordu. Yalnız bunu kullanan insanın bu güçleri kullanamama ihtimali vardı. Belki kısa bir süreliğine büyük bir güç veriyordu ama sonrasında alıp götürdükleri daha fazlaydı.

Doğu Krallığı olan Kaysen Krallığı gözlerini taşlara dikmişti. Kitabın başında doktorun asker olduğu zamanda böyle bir savaş söz konusuydu ama sonunda Güneş krallığı sahip olduğunu büyülü güçlere sahip askerler sayesinde ağır bir yenilgiye uğramışlardı. Şimdi Kaysen Krallığı düşmanlarının topraklarını uzun zamandır uyuyan iblislerini salıyordu.

Evet, iblisler, canavarlar bu romanda var olan şeylerdi. Olmasalar daha mutlu olurdum ama kim benim düşüncelerime önem veriyordu ki? Dük unvanını almadan prensin yanında olamazdı. Belli ki prenste onu her karar toplantısında yanında tutmak istiyordu. Bakışlarım yavaşça gözlerini bana dikmiş olan aşçıya kaydı. Benim ona baktığımı anlayınca önündeki işine geri döndü. Bu kadın bana bir şey yapacaktı. Bunu gözlerinde görebiliyordum ama bu kadının kendisinden nefret etmesine neden olacak kadar Addie Ruth ne yapmış olabilirdi?

Gerçi öğrenmek istemiyordum. Kadın ayaklı bela gibiydi resmen.

Sonunda turta bitmiş, topladığımız taze meyveler ve krema ile güzelce süslemiştik. Akşam yemeğinden sonra yenmesi için Sarah tarafından özenle saklanmasına izin verdik. Geriye çocukları temizlemek kalmıştı. İtiraza izin vermeden onları odasına götürdüm. Sarah ile beraber çok geçmeden banyolarını hazırlamıştık.

"Bende size katılabilir miyim?"

Bakışlarımı kapıya çevirdiğimde bize hevesle bakan Henry'i gördüm. Bırakın çocukları evde vakit geçiren bir insan değildi ama aramıza katılmak istemesini anlayabiliyordum.

Doktorun KarısıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin