5. Bölüm*

48 7 1
                                    


(Yazarın anlatımıyla)

***

Her daim anlaşılmayı beklemişti çevresinden. Sadece anlaşılmayı, başka bir şeyi değil. Gel gör ki, hiç kimse onu anlamıyordu; kendi öz ailesi bile.
Destek olmak mı? Anlamayan onu hiç yapmazdı ki.

İçinden bağırmak geçiyordu. Bağırmak ve rahatlamak istiyor, içini yiyip bitiren bu gereksiz üzüntü duygusundan kurtulmak istiyordu.

Annesinin söylediği her şey, harfi harfine aklındaydı. Ona öyle yabancı davranıyordu ki, kendinden bile şüphe ediyordu genç kız.

Bu sabah da evden çıkarken annesine işe erken gideceğim demişti. Karşısında annesi ona alayla gülüp, "İş mi? Sen şu yaptığın ıvır zıvırlara iş mi diyorsun? Becersizliğin yüzünden doğru dürüst mesleğin bile yok, gelmiş bana iş diyor."

Halbuki, kendi seçmişti mesleğini. Kendi istemişti. Doğduğundan beri hep hayaliydi oysa ki. Kendini o üniformaya ait hisetmek onun en büyük hayaliydi.

Başarmıştı da, gerçekleştirmişti hayalini. Ama annesi her zaman onun hayalini de, mesleğini de önemsemiyor, daha da kötüsü küçümsüyordu. Bilmiyordu, buna layık mıydı?

Herkesin hayali başkaydı, herkes hayal dünyasında kendisine sınırsız bir yol çizip o yolun peşinden gitmek için çalışıyordu.
Hayaller insanları farklı kılan unsurlardı. Peki neden annesi, onun kardeşi gibi olması için ısrar edip ama  olmayınca da çareyi onu küçümsemekte bulmuştu?

Kardeşinin aksine çokta bilindik bir gelecek seçmemişti kendine. Neden anlamıyordu annesi? Neden kardeşinin kopyası gibi olmak istesin ki? O kendi olunca daha iyi değil miydi?

Denizden gelen rüzgar salık bıraktığı saçlarının düzenini bozmuştu. Bileğindeki tokayı alıp  ta beline kadar olan siyah saçlarını topladı.
Kolundaki saate baktığında vaktin yeterince geç olmasından neredeyse işine geç kalacağını anlamasını sağlamıştı.

Herkesten uzak olan bu deniz kıyısı, onun çocukluktan beri en sevdiği mekanıydı. Ne zaman kendini zor durumda hissetse, geldiği ilk yer burası oluyordu. Büyüklerin sıkıcı dünyasında nefes alamayınca insan çocukluğuna koşardı..

Cebini yoklayıp araba anahtarın orada olup olmasından emin oldu. Arabasına doğru adımlarken bir yandan da telefonu kontrol etti. Kardeşi mesaj atmıştı. İyi olup olmadığını soruyordu kendisine.

Annesi ona hep kardeşini misal çekip onu övse de, kardeşini seviyordu. Bütün bu olanlar onun isteği değildi sonuçta. Kardeşiyle arasındaki bağ çoğu şeyden daha kuvvetliydi, kolay kolay kopamazdı.

Kardeşine sorun olmadığını söyleyip arabayı park ettiği yere hızlıca adımlamaya başladı.

Sahilde rüzgar artmaya başlamış, soğuk havayı da kendiyle beraberinde getirmişti. Üzerine aldığı hırka onu üşütüyordu. Kendi aptallığına kızdı bir an. Aralık ayında hırka giymesi tam bir aptallıktı. En azından arabaya kadar sabretmesi gerekiyordu.

Sahile vedalaşmak için baktı. Büyük ihtimal bir daha gelemeyecekti artık. Burayı ne kadar özleyeceğini şimdiden tahmin etmek onun için zor değildi. İnsanlara anlatamadığını cansız nesnelere anlatmak çok daha kolaydı.

Bakışlarını denizin maviliklerinden alamazken elindeki telefonun çalması onu eşsiz manzara keyfine devam etmesini zorlaştırmıştı. Ekrana baktığında arayan kişinin amirinin olması bir küfür savurmasına neden olmuştu.

Açmasa mıydı ki?
Derin nefes alıp aramayı açtı.

"Nerdesin sen? Sana bu gün erken gel dememiş miydim?"

"Çok üzgünüm, amirim." Bakışlarını yeniden denizin manzarasına döndürdü. Güneş ve denizin kesiştiği gibi görünen o noktadan gözünü alması öyle kolay olmayacaktı.

"Nerdesin?" Amirinin sesi oldukça kızgındı.

Ne söyleyeceğini bilmeden ayağı yerde daireler çizmeye başladı. Gözlerini ufuktan çekerek kapadı.

"Amirim aile içi bir olay oldu da."

Yalan söylemiş sayılmazdı, yaşadığı şey gerçekten aile içi olaydı.

"Her neyse. Hemen karakola geliyorsun!" Amirinin sesi biraz yumuşadığından yüzüne bir tebessüm kondu. Amirini çok sevmiyordu aslında ama böyle durumlarda amiri ona gerçekten desteğini hissettiriyordu.

Amiri telefonu yüzüne kapatınca kahkaha atmamak için dişlerini birbirine sıktı.

Manzaraya son bir defa bakmak niyetiyle gözlerini denize diktiğinde, bu sefer gördüğü şey ufuktan çok başkaydı. Gözleri, bir silüete takılmıştı.
Bir insana...

Telefonunu cebine tıkıştırıp hızlı adımlarını o yöne doğru attı. Bu adam geldiğinden beri burda mıydı?
Dikkatsizliği görmemesine sebep olmuştu, şimdi yeterince suçluluk duygusunu beraberinde getirmişti.

Adamın tanına yetiştiğinde kısaca inceledi onu. Uzunboylu, sarışın bir çocuktu ve düpe düz deniz kıyısında uzandırılmıştı. Yüzü ve kolları morluk içindeydi. Çocuğun yüz ifadesinden bile ne durumda olduğunu anlamak zor değildi.

Çocuğun yanına eğilip nabzını kontrol etti, derinden bir nefes aldı. Yaşıyordu.
Hem ölecek bir insanın aksine vücudu sımsıcaktı.

Elini bileğinden çekip alnına dayadı. Doğru tahmin etmişti, ateşi vardı.

"Hey! İyi misin?"

Çocuk duyduğu sese karşı gözlerini biraz aralamayı başardığında yanındaki bu kızın kim olduğunu meral etmeden duramamıştı.

"Şimdi ambulansı arayacağım, merak etme."

Kız, çocuğun kılını kıpırdatmaya hâli olduğunu sanmıyordu ama çocuk onu şaşırtarak onun bileğinden tutup, arama yapmasını engelledi.

"Heyy, ne yapıyorsun?"

Çocuk konuşmak için ağzını bir kaç kere açıp kapattı, zorla da olsa, "Arama," dedi, "Onları tehlikeye atamam."

"Ne oluyor? Neden? Kimleri atamazsın, ben hiç bir şey anlamadım?"

Çocuk, bir kere daha kısık sesiyle konuştu, "Lütfen, arama."

Kız, ne yapacağını şaşırmış hâlde bir telefona bir çocuğa bakakalmıştı. Yüzü yara bere içinde olan hatta soğuktan titreyen, en kısa zamanda yardım edilmesi ve hastaneye götürülmesi  gereken bu çocuk ona ambulansı aramamasını söylüyordu. Neden bunu istemişti? Ne yapmalıydı?

Nefesini verip sonrasında bir karar aldı. Kısa bir süre beklemekten zarar gelmez diye düşündü. Telefondan kardeşinin numarasını bulup, hemen aradı.

"Alo, Can?"

Çocuk şaşkınlıkla onu izledi, kimi ve neden aradığını anlamamıştı, sorgulayacak hâli de yoktu. Her şeyi akışına bırakmıştı sanki.

"Yardıma ihtiyacım var."

***

Merhaba!

Bölüm hakkında fikirleriniz? Sizi seviyorum, kendinize iyi bakınn <3

GÖREVİMİZ: HIRSIZLIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin