Herkes hata yapabilirdi. Herkes yanılabilirdi.
Peki ya bunun cezası neydi?
Ben hata yapamazdım. Ben yanılamazdım. Çünkü cezası, birilerinin hayatına mâl oluyordu. Tıpkı, şu an yaptığım hatanın, arkadaşımın kayıplara karışmasına sebep olduğu gibi.
Kulaklığım kulaklarımda, beton merdivende oturuyorum; zifri karanlığı gözümü kırpmadan izlerken.
"Eskimiş senelere yak," diyordu şarkının sözü. Daha ne kadar yanacaktık peki?
"Derinlere dal," diye devam ediyordu. Daha ne kadar o derinlerde boğulacaktık?
Yetmemiş miydi?
Asi ben, Asi Yılmazer. Yaptığı hatanın telafisi olmayan, arkadaşını kendi eliyle uçurum kıyısına itmiş bir kız. Yapabildiği tek şeyin ağlamak olduğunu anlayan, ama ağlamayı da kendine yakıştıramayan o kız.
Evin önündeki merdivende oturmuş gözyaşımı akıtmamak için direnirken düşünüyordum bunları.
Ağlayamazdım. Ağlamak zayıflıktı ve ben ağlayıp da zayıflığa teslim olamazdım.
Kulaklığımdaki müziğin durduğunu fark ettiğimde, telefonuma arama geldiğini anlamıştım. Usta'ydı. Kim bilir yine ne söyleyip bizi başından savmaya çalışacaktı bilmiyordum, bilmekte istemiyordum.
Telefonu uçak moduna alıp şarkıyı başa sardım. Yanımda hareketlilik olduğunun farkına vardığımda, Emirhan'ın kalkıp içeri geçtiğini anladım. Arkasında da içini boşaltmış olduğu sigara paketini bırakmıştı.
Ne kadar da garipti. Kendi acını dindirmek için sigara içmek. Ciğerlerinin yaşamından bir gün alırken, sigara dumanını içine çekip rahatlamak.
Rahatlatıyor muydu sahi? Emirhan'ın bir paketi bitirip sakinleşmesine sebep olacak kadar işe yarıyor muydu? Dindiriyor muydu tarifsiz suçluluk duygusunu?
Sanmıyordum.
Titriyordum. Hava soğuktu, aralık ayının soğuk gecelerinden biriydi. Benim titrememin sebebiyse, bu soğuk değildi.
Zifiri karanlıkta gökyüzünü aydınlacak tek bir yıldız bile yoktu. Karanlık bize hükmediyor ve son umut parçalarımızı da elimizden alıyordu, tek bir yıldız parlaması gibi.
Bu kadar çabuk mu pes edecektik? Kaderimize bu kadar çabuk mu baş eğecektik?
Ben eğmeyecektim. Ne olursa olsun, onun bizim için yarattığı bu cehennemde, kendisi cayır cayır yanacaktı.
*
Salonda toplanmıştı herkes sessizlikleriyle birlikte. Oysa biliyordum o sessizliklerin ne kadar çok çığlık barındırdığını.
Koltuklardan birine yaslandım. Ben de onlar gibi sessizdim. Konuşmak ve anlatmak istediğim çok şey vardı ama dile getirecek cesaretim yoktu.
Aldığım yanlış kararlar, yaptığım hata ve dikkatsizliğim yüzünden ekibimizden birisini kaybetmiştik. Neredeydi, nasıldı? bilmiyorduk. Gitmişti bizden, bırakmıştı bizi. Bu nedenle sessizdik hepimiz. Dertliydik. Susuyorduk, konuşmak istemiyorduk. Onu özlüyor, yanımızda olmasını çok istiyorduk.
Belki de o gün bu lanet teklifi kabul etmeseydim şu an Batu iyi olacaktı. Onun yalanlarına aldanmasaydım şu an hayatta olurdu. Yanımda olmasa bile iyi olurdu, hayatta olurdu.
Beş kişiydik ekipte. Ben, Emirhan, Merve, Tuna ve Batuhan. Biz Batu derdik ama o grubumuzun neşesiydi, eğlencesiydi. Düşünüyordum da, tek ortak noktamızdı Batu bizim. Çünkü hepimiz başka başka yerlerden kopup gelmiştik. Ayrıydık ve anlaşamıyorduk... Ama o bir espiri yapardı, herkes gülerdi. Bir şey söylerdi ve herkes konuşurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖREVİMİZ: HIRSIZLIK
Abenteuer*devam edecektir.* Başlama tarihi: 08.01.2021. "Çaldığımız her kapı yüzümüze kapandığında, bizi içerde hapsedecek kapının kolunu tutmuşuz meğer." Birinden tamemen farklı 7 yabancının hikayesi... "Usta" lakaplı bir kişi kendi kuyusunu kazan arkadaşl...