32. Bölüm

9 2 59
                                    

Rüzgar'dan.

Gözlerimi açtığımda kafamda olan
ağrı dayanabilecek gibi değildi. Neredeydim ben Allah aşkına? Dahası neden başımda lanet olası bir ağrı vardı?

Ayağa kalkmak istediğimde gözlerim kararak sendellemiştim. Elimle tutunacak bir şey arasamda nafileydi, tekrar dizimi kırarak oturmak mecburiyetinde kalmıştım. Gözlerimi az da olsa açtığımda her tarafın beyazımsı görüntüsü bana hastane odalarını andırmıştı. Anlık aklım beni yıllar önceki olaya götürdüğünde dişlerimi sıkmıştım.

O gün. 12 nisan günü. Unutmam asla mümkün değildi ama ben en olmadık anlarda onu kendime hatırlamaktan zevk alıyor gibiydim. Kendime acı çektirmeyi seviyor gibiydim.

Bir çocuğun tüm dünyasının yıkıldığı gündü o gün. Tek güvendiğim arkadaşımı, patronumu, babamı kayb etmiştim ben o gün. Babam benim kahramanımdı. Babam benim her şeyimdi. Bir çocuğa, öz çocuğu bile olmasa bir aile vermişti benim babam. Onun kanından olmadığım hâlde beni oğlu gibi görmüştü. Canını vererken de beni düşünmüştü. Eğer önüme atlamasaydı şu an yaşamıyor olacaktım belki de. Beni kurtarmak için canını hiçe saymıştı benim babam. Hastane odası bana takvimlerden bile silmek istediğim o günü hatırlatıyordu. O gün hem babam, hem de ben ölmüştüm. Hem babam, hem de onun sayesinde içimde yaşattığım küçük çocuk ölmüştü. O günden sonra asla eskisi gibi olmamıştım, o günden sonra hiç bir şey eskisi gibi olmamıştı. Eve geldiğim günden beri beni asla tam anlamıyla sevmemişti annem beni. Asla dile getirmemişti belki ama bakışları bunu fazlasıyla belli ediyordu. Onun beni sevmemesini kabul etmiştim, sevmeye bilirdi, sevmeye mecbur değildi. Beni tek seven kişi babamken, diğerlerinin sevmemesi incitmezdi beni.

Ama babam gitmişti. Hem de sonsuzadek. Zaten ondan sonra annem, yaka-paça dışarı atmıştı evimizden beni. Beni suçlamak, benle olan bağlarını koparmak için hep aradığı behane ayaklarına gelmişti, o da bunu hemen kullanmış ve benden kurtulmuştu. İncitmemişti. İncitmediyini sanıyordum, canım babam öldüğündeki gibi yanmamıştı çünki. Yalnız kaldığımı anlamak onun yokluğu gibi acıtmamıştı beni.
Hastane kolidorunda onun iyi haberini beklerken aldığım o 'başınız sağ olsun,' yanıtını alarken nefes bile alamamıştım oysa ki. Annem hızla bana bir adım atarak iki eliyle yakama yapışmıştı. Bağırmıyordu, ya da ben onu duymuyordum. Gözlerinden okuduğum tek bir şey vardı; senin yüzünden oldu! Sen bir katilsin.

O sorunun cevabı kalbimde hep bir yara olarak kalmıştı. Benim yüzümden ölmüştü babam. Katil mi olmuştum ben?

Görüş açımın netleşmesiyle yanımdaki yataktan yardım alarak ayağa kalkmıştım. Tamam, şimdi düşünmeye başlaya bilirdim sanırım. Ne olmuştu?

Olduğum odaya baktığımda yatakta uyuyan Emirhan'ı gördüğümde kaşlarımı çattım. Ben Tuna'nın odasındaydım, buraya neden gelmiştim, dahası ne zaman gelmiştim?

"Tuna," diye fısıldadım kendi kendime. Tuna tabi ya! Tuna!

Koşarak Emirin odasından çıktığımda başımdaki ağrı nedeniyle yine sendellemiştim, ama duvara tutunarak dengemi sağlamıştım. Elim istemsizce kafamın arkasına doğru gittiğinde parmaklarımın ucundaki kırmızı sıvı ağrının neden bu kadar sert olduğunu anlamama yetmişti.

Bana bunu kim yapmıştı?

Tuna'nın odasına geldiğimde tahminlerim üzerine oda zaten boştu. Geç kalmıştım. Elimi sinirle duvara attım. Bir söz vermiştim, onu tutmayı bile beceremiyordum.

Belki etrafta bir şey vardır diye bakınmıştım ama nafileydi. Gelen kişi fazla dikkatli davranmış olmalı ki, her şey gerektiğinden fazla kusursuzdu.

GÖREVİMİZ: HIRSIZLIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin