Keyifle...
"Aşağıda ki kovaları da çıkar yukarı!" dedi Muhtar, Muhtar değil ustam. Yorgunluktan bitap düşmemişim gibi kafamı olur der gibi sallayıp kopmak üzere biraz daha üzerlerine yük bindirmemi bekleyen kollarımı iki yanıma serbest bırakıp geldiğim yoldan geri yürümeye başladım. Koşacak mecalim kalmamıştı ama bana verdiği görevi tam anlamıyla yerine getiremediğimden dolayı duyduğum mahcubiyet durmamı engelliyordu.
Bunun için kızılması gereken Ceylan'dı ama bana patlamıştı. Cemil beyin orada bulunması hem kendi açısından hem de bizim açımızdan tehlikeye girmişti. Bu hizmetin kaynağı ortaya çıksa hepimizin yargılanması kaçınılmazdı. Bu yüzden Muhtar'ın endişelerini anlıyordum, babamın bir suikastçı olmadığını kanıtlamak istiyorsam suda yürüyüp arkamda damla bırakmamam gerekiyordu.
Kalın değneğin iki ucuna astığım su dolu kovalarla, büküldü bükülecek ayak bileklerimden tüm bedenime yükselen sızıya rağmen ağzımı açmadan yüksek, engelli ve geçit vermez dağdan yukarı tırmanmaya çalıştım. Boynuma vuran acıda cabasıydı. Cemil beye, hakkım olmamasına rağmen, gelişinin sadece yardımsever bir niyet olduğunu bilmeme rağmen çektiğim acıdan ötürü sövmek geçiyordu içimden.
"Vicdanınızın kuruduğunu söylerlerken haklılarmış," dedim kalın değneği kovalara dikkat ederek omzumdan indirirken. Sıkışmış nefesimin düzene girmesini bekledim. Soğuk havada ter içinde kalan yüzümde ki ıslaklığı elimin tersiyle silerken Muhtar piposundan derin bir yudum alıp bana hoş olmayan bir gülümsemeyle bakmıştı.
Dayanıksız değildim. Bunu o da artık görebiliyordu.
"Şikayet gibi gelmedi neyse ki," dediğinde İçi su dolu kırbayı bana doğru attı. Havada yakalarken terli olmam umurumda olmamış, kana kana içmiştim. "Bir açık ötekini ifşa eder, dikkatli ol dediğimde sana nasihat etmiyordum."
"Korktuğundan olsa gerek boş bir harekette bulundu, yanımda ki insanlar ağızlarını açıp güvensizlik yapmazlar!" dedim. Ceylan ve seyis Ömer ne yaptığımı sorgulamadan bana yardım eden iki yardımcımdı. Onlardan bana kötülük ilişmeyeceği gibi istedikleri zaman beni arkalarında bırakmakta hürdürler.
"Öyledir," dedi beni doğrulayıp. Yüzüne ciddi olup olmadığını anlamak için bakarken gözlerini ufka yaslamış piposundan yine derin bir nefes almıştı. Bir gün kendini öldürecekti. "Evlenirsen buraya gelmen zorlaşır, elini çabuk tutmalısın!"
Gözlerimi onun gibi ufka diktim. Sabahın bu erken vakitleri muhteşem, görülmeye değer bir manzara seriyordu insanın gözlerinin içine. "Öyle bir niyetim yok," dedim. Hala nefes alıp vermekte zorlandığım boğazımda bir yanma hissi vardı. Bakışlarını bana çevirdi. "Evlilik," dedim. "Geri dönmeliyim," dedim ve üzerimi değiştirmek üzere barakaya ilerledim.
"Ayağına baktır, iyi görünmüyorlar," dediğini işittim. "Türk askerinden başka kimse gözüne çarpmadı mı?" diye sorduğunda ise adımlarımı durdurmak zorunda kaldım, sesinde nice düşüncenin izi vardı.
"Kimin gözüme çarpması gerekiyordu?" diye sordum dün gecenin karelerini zihnimden geçirerek. Şüpheli başka birilerine rastlamamıştım. Yahut benim gözümden kaçmıştı.
"Karamamba," dediğinde buz kesildim. "Dün gece o da oradaydı ama niyetinin ne olduğunu bilmiyorum. Kızı alma niyeti olsaydı şayet onu rahatlıkla askerlerden önce alabilirdi, başka bir amacı olduğu muhakkak. Öğreneceğim!"
"Karşılaşmadık," dedim. Bu olanlardan haberi olduğunu sanmıyordum, onları ilgilendirmiyordu.
"Yine de dikkatli ol, dedenden ötürü göz yummuş olabilir ama seni görmüşse ve bu olayla ilgisi yoksa da seni sorgulayacaktır."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GünIşığı Hanımefendisi
General FictionBeyaz elbisemi düzelttim, etrafı daha birkaç saniye önce gezdirmemişim gibi göz gezdirdim. Yeni gelenleri onları rahatsız etmeyecek kadar kısa bir an süzdüm. Yine kapıya baktım ve yine kaçmak istedim. Salon iyice daralırken bir başka müzik çaldı, bi...