24. bölüm (Düzenlendi)

62 10 0
                                    

Keyifle...

Ayaz kollarında cansız bir beden gibi taşıdığı kızın kireç gibi beyazlamaya yüz tutmuş çehresine bakıp iç çekti bilmem kaç defa. Gözleri devamlı çehresinde ve kesik kesik alıp verdiği nefesin indirip kaldırdığı bedenin çevresinde dolaştırıyor, içini vereceği en ufak bir kıpırtı ile dolduracak o yaşama duyduğu canlılığını yakacak belirtiyi görmeyi arzuluyordu.

Ama Nazende gözlerini açmıyordu. Ayaz bir kez daha görmek istiyordu çevresinde ki soluk havaya rağmen içleri taptaze bir baharı anımsatan gözleri.

Ağaçlı yoldan ilerlediğinde gün tamamen ağarmış, soğuk hava bir nebze de olsa çıkan güneşin yaydığı sıcaklık sayesinde dinmişti. Yine de üşüyordu, kolları arasında neredeyse buz kesildiğini hissettiği bir can taşıyor, ölüme yakın olduğu düşüncesi Ayaz'ın damarlarında ki tüm sıcaklığa buz kestiriyordu.

Gözlerinin yaşlı kıyısı ansızın çıkan bir fırtınadan ötürü tüm sularını kum kıyılarının ötesine boşaltmış deniz gibi yanaklarından gitgide çoğalarak boşalırken ve dizlerinden çekilen gücünü hissettiği suçluluk ve kaybetme duygusu sayesinde yeniden kazanırken, daha öncesinde kendine rastlamamış, bir benzerini daha yaşamamış, öyle alışılagelmemiş bir çaresizlik hissiyle bocaladı. Bu bilinmeyenlerden söz edildiğinde herkesin kendince fikirleri ve çıkardığı anlamları olurdu ama bizzat yaşayan biri bu duygunun verdiği bütün anlamı, ruhunda sallandırdığı o nefes alıp verme öneminin bıraktığı boşluğunda zehirli bir düşünceden beter, gerçeğe yakın bir hayalin bıraktığı zerrenin ne denli azap oluşunu... bilirdi ama bilmek ölüme yakındı. 

Şimdi bütünüyle hissederken bu en derinliklerine kadar işlenmiş duyguyu dehşet verici bir azapla, bir an bir şeyler karalanıp bir şeyler tükendi ömründe ve sanki o artık bir yokluğun doğuracağı o geniş boşlukta hiç yaşamamış ama izleri olan birine dönüşü vermişti.

Sanki Nazende bir daha nefes almasa Ayaz zaten ölüymüş.

Nazende olmasa Ayaz kendine, her evrende yabancı, değeri çürütülmüş ve hayatı bir hiçlikten ibaret bir nesneymiş gibi geliyordu. 

Onu ormanın derinliklerinde bulduğunda geç kaldığını düşünerek kahrolmuş ama yanına yaklaşıp hala nefes aldığını fark ettiğinde kollarının arasına alarak en iyi bildiği yere getirmişti. Başka bir yer düşünmemişti. Hayatını kurmakla kalmamış birinin yanına. 

"Durumu nasıl?" dedi adam, Muhtar. "Ne kadar oldu?" Ayaz kucağından nazikçe sedire yatırdı Nazende'yi. Kısık kısık inliyordu. Kırmızıya boyanan bedeninin üst tarafını gördüğü andan beri aklını kaybetmemek nasılda mücadele etmişti kendiyle. 

Yüzüne düşen saçlarını başının kenarına yumuşak hareketlerle çekerken ortaya çıkan yüz hatları delirmenin eşiğine ruhunu sürüklemiş gibi hissetti.

Nazende'nin inciden parlak gözleri kapalı, ruhunda ki taş kadar sert kişiliğinin aksine taze bir çiçeği andıran yüzü soluktu. Yaşamdan uzak görüntüsü Ayaz'ın kalbini dehşetle attırıyor, onu kaybedeceğine dair yeni uyanmış zalimce hisleri aklını kaybettiriyordu.

Muhtar'a baktı.

İlk karşılaşmaları değildi vadinin başında ellerini iplerden kurtardığı o an. Ayaz hafif anlamlı, Nazende'yi buraya getirene dek kıpırtısız kaşan yüzünde ilk kez sancılı ama içten bir gülümseme belirdi. Dudakları minnetle iki aksi tarafa çekildi. İç çekti. Bir şeylerin içine batıp çıktığı, kalbini ağrıttığını hissetse de minnet yüklü gülümsemesinden taviz vermedi. Bu adamı henüz tanımadan saygı beslemeye başlamıştı. Adını, tayinini istediği Bağran da çokça duymuş, Nazende'nin iç savaşında büyük bir rolü olduğunu, eskiden beri kimliği kayıplara karışmamış bu adamda öylesine, sıradan çıkacak bir sesin fısıltısından uzak, şimdilerde kısık ama ilerde haykıracağını hissettiği bir takım haklılıkların bulunabileceğini ama en az Nazende kadar görünürde bir adım geride, gecenin koyusunda hep bir önceliğin olduğunun bilinciyle baktı yaşı gözlerinde olgunlaşmış adama.

GünIşığı HanımefendisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin