Keyifle...
Zaruri bir durum olmadığı sürece elime silah alıp, tehlikeli sayılacak bir harekette bulunmam yasak olduğunu biliyordum ama bu yasak bile hissettiğim çaresizliği dindirememiş, son gelişimde Ayaz ile yürüme şansı yakaladığım binanın balkonunda ne düşüneceğimi, perdeli kapalı, ışıkları hala gece yarısı olmasına karşı açık odanın penceresine belli belirsiz yansıyan görüntüme bakarak, ne yapacağımı kestiremediğimden saymadığım dakikalar boyunca bekledim.
Kafam durulsa belki mantıklı bir düşünce doğardı ama o kadar gök gürültülü, sağanak yağmurlu zift bir geceyi anımsatıyordu ki zihnim mümkün değildi durgun bir düşüncenin serpe serpilmesi.
Kimi karşıma aldığım, kimi düşman saydığım, kim için böyle yarım usulsüz davrandığımı biliyordum ama bazen bilmek yürüdüğüm yoldan ışığını gizliyor, sanki bir başına doğru ilerlemeyi kazandırmak istiyordu benliğimde. Zoru eksik bir meydanda galip gelmek kolaydı fakat zafer tatmin edici olmazdı.
Tüfeğe saran parmaklarımın sıkılaştı ve emin bir adım atıp balkonun kapısını açtım ve çarpan kalbime rağmen silahı sessiz olmasına karşın hareketliliği kazandığı tecrübelerden anicesine sezen valinin ayağa oturduğu makam koltuğundan kalkması eş değer zamanda gerçekleşti. Eli masasının üstünde bekleyen silaha ulaşmasıyla sadece yüzümde açıkta kalan gözlerimle bunu açıkça yapmaması gerektiğini keskin bir uyarı ile kıstım.
Alnının tam ortasına hedef aldığım uzun namlulu silaha baktı. Elimi silahını almadan geri çektiğinde yüzünde sadece merak dolu bir anlatımdan başka duygularını örtmüştü.
Yüzünün Ayaz'a benzediği gerçeği bir an içimi titretirken karşımda bir an onun varlığı ile kuşanmış gibi hissettim. Geri çekilmezdim ama acıyan gözlerimle ona bakar anlayış beklerdim. Özür dilerdim ama namluyu gerekirse yine çekerdim. İlk defa bu gerçek düşünce canıma bir mızrak gibi saplanırken içime, ruhumu bu gerçekle çepeçevre sarıp kanattı. Öyle ki sanki ona çektiğim tetik, kurşunu kalbime hedef alacaktı.
Ayaz'ı uzun saatlerdir görmemiştim ve insanın yaşama arzusu saydırdığı kişiden uzakta kaldığı her süre yıla evriliyor ve geçmek bilmiyordu.
Çok özlemiştim. Tetiği çekmiş olsam da ben onu çok özlemiştim.
"Ne istiyorsun?" dedi vali, ona hayatını bitirecek bir silah uzatmamışım gibi sesinden ve mimiklerinde bir korku belirtisi olmadığı gibi yüzünde ki o soğukkanlılık bana geçmişten birini hatırlatmıştı. Daha dikkatli baktım ve çocukluğuma ait bir çok anıya sahip zamana döndü yüzüm.
Geçmiş zamana ait ama sanki geçmek bilmez, gelecek günlerde bile kendinden pay çıkaran zaman. O dündeydi, bugündeydi ve gelecek zamanın içinde hep vardı, olacaktı.
Buralara kadar çektiğim onca acıya rağmen gelebilmiş olmamı borçlu olduğum adamı, her hatırladığımda burnumun direğini sızlatan o özlemin acısını taptaze duymama neden olan iki kişiden birini, babamı.
Bazen insan bilmiyordu lakin güçlü bastığını sandığı yerlerin zelzelesine tutuluyordu.
İnsanın güven duyduğu ne varsa gün geliyor başkalaşıyor, aynı eller tarafından itiliyordu. Neydi sebep ki birbirini kucaklayanların bir gün gelip birbirini bıçaklaması?
Valiye baktım, düşman olduğuna henüz tam parmak basamadığım ama dost olduğuna tam kanımsamadığım adama.
Öfkeyle parıldamaya devam etti gözlerim. Gözlerimde ona duyurmak istediğim bir çok anlam vardı.
4 büyükler onunla birlikte nereye kadar sürmüş ve ne zaman çekilmeye karar vererek terk etmişti ülkeyi? Geri döndüğünde neden beni görmek istemişti, neden o masaya 4 büyüklerden iki kişiyi davet etmişti? Neden hala onları bitirmek için bir şey yapmıyordu? Bir çok sorunun cevabı ondaydı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GünIşığı Hanımefendisi
General FictionBeyaz elbisemi düzelttim, etrafı daha birkaç saniye önce gezdirmemişim gibi göz gezdirdim. Yeni gelenleri onları rahatsız etmeyecek kadar kısa bir an süzdüm. Yine kapıya baktım ve yine kaçmak istedim. Salon iyice daralırken bir başka müzik çaldı, bi...