Keyifle...
Bir yolum yoktu.
Yol zannettiğimin de gittikçe dibe batılan bir çukurdan farkı yoktu. Anlamıyordum, çok yeniydi hislerim. Beyaz kefenin şeffaf rengini taşıyan avuç içlerim henüz yeni keşfedilmenin tarifi imkansız duygular içinde çırpınan, o atan yere yerleşti. Sonra tenimde gezinen bir huzursuzluğu kamufle eden yalancı duygular istila ederken bedenimi, kötü bir his benden kendini geri çekilmiş gibi olurken sevmek ne güzel diye düşündüm.
Uçuşan tülün ardından Ayaz odaya doğru atlarken şaşkın bakışlarım eşliğinde ellerini silkelenip bana baktı. Aklı havada davranmayan birine göre bu haliyle ne denli komik göründüğünü söyleyebilirdim.
"Buraya nasıl girdin?" dediğimde yaralarına şahitlik eden odaya göz gezdirmişti. Gözleri bilmem neden derinleşti.
"Bir atlayıp zıplayan siz değilsiniz ya?!" dedi göz ucuyla aşağıya bakıp. Yaptığı tehlikeli davranışın farkında olup ta bundan utanç duymayan yanı kesinlikle bir suç işleyip o suçun zararsızlık vermekten uzak kaldığını savunan çocuğun pişkinliğini aratmıyordu.
"Yapamadığını söylediğinde beceriksiz sanmıştım," dedim. O anı anımsamak sinir bozucu gülümsemesine neden oldu. Cama yöneldim, pencereyi sıkıca kapatıp tülleri çekerken gizli işler peşinde koşan iki arkadaş buluşmasına çevirdiğim yeri son kapıyı kilitleyip tamamladım, o sıra Ayaz sessizce beni izlemekle yetindi.
"Ağacın dalları sağ olsun, yetişmeme yardım etti!" dedi. "İyi misiniz?" diye sorduğunda birkaç saat önce geçen tartışmanın izlerini taşıyıp taşımadığımı merak ediyordu. Benim için endişelenmiş miydi? Buraya bu yüzden mi gelmişti?
"İyi olup olmadığımı görmek için mi geldin?" diye sordum. Forması hala üzerindeydi ama dağınık kısa saçlarıyla bir teğmenden çok kaçak bir askeri andırıyordu. Buraya düşmüş olması da cabasıydı.
Elini tutabilecek kadar bile olsa ona güvenmek istiyordum.
"Gelmemem için bir sebep mi var?" dedi hafif alınganlık belirtisi sezdiğim sesi. Aramızda hala adının gizemini koruyan bir duygu karmaşası vardı, bazen bir ayna olup yüreğimin derinliklerinde kısık kısık inleyen bir ağrı gözlerinin içinde tanıdık bir yangına bürünüp parlıyordu.
"Gelmen için var mı?" dediğimde geldiği için pişman üzere olmasından neden korktuğumu bilmiyordum. Sadece bir adım uzaklaşmana bile tahammülüm yoktu.
"Yok mu?" dedi. Kalbim yeterince eziyet ediyordu bana, bir de o yapmasındı.
"Var mı?" dedim. Ben ne iflah olmaz bir kızdım. Yüzüne yayılan o beklenti dolu birazda çocuksu ifade ta içime dokunmuştu. Dudaklarını iki yana doğru çekerken gözleri hafifçe kısıldı.
"Olması gerek, zira hiç uyutmadı! Siz rahat uyuyabiliyor musunuz? Nasıl rahat uyuyabilirsiniz ben bu kadar rahatsız hissederken?!" Onu neyin rahatsız ettiğinden çok, rahatsızlık duyacak kadar nasıl kendini ona verdiğiydi. Bir şeyi derin derin düşünüyorsa iyi değerlendirilmemiş bir takım durumlar vardı.
"Bu aralar yaşananlardan dolayı pek uyuduğum söylenemez, müsterih olun," dedim. Güldü. Görünmez bir el tarafından itilip kakılıp ona doğru sendeliyordum.
"Rahatladım," dediğinde kaşlarımı çattım. "Neler düşünüyorsun?" Neler düşünmüyordum ki. Neredeyse aşağılanıp, ortalık yerde gözlerimin içine bakarak hor cümlelerine katlanmak zorunda kalacaktım Koç denen pislik adamın. Dedem müdahale etmeseydi ne olurdu bilmiyorum. Kimliğim ortaya çıkar, babamın adını daha temizleyemeden bende üstüne vefasız diye eklenirdim ve tüm çabalarımın nasıl saniyeler içinde toz olup uçtuğuna şahit olabilirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GünIşığı Hanımefendisi
General FictionBeyaz elbisemi düzelttim, etrafı daha birkaç saniye önce gezdirmemişim gibi göz gezdirdim. Yeni gelenleri onları rahatsız etmeyecek kadar kısa bir an süzdüm. Yine kapıya baktım ve yine kaçmak istedim. Salon iyice daralırken bir başka müzik çaldı, bi...