Keyifle...
Yeni çömlek için malzemeleri kenara koyarken bir taşın üstüne oturup gözlerimi gitmek isteyip te bir türlü bir fırsatını yakalayamadığım tepeye diktim. Öyle büyük bir tepeydi ki, kimse ona oranın tepe olduğunu söylemeseydi ulaşılması güç bir dağ derdim. Kafamı dağıtırım diye geldim ama mevzu o kadar kalbimdi ki yolumu şaşırmaktan artık korkuyordum. Tarlaya gitmekten vazgeçmem bu dağınık kafayla işe yaramayacağımı düşünmemdi. Nedim'e yapılması gereken işler için talimat vermiştim.
Artık bazı gerçekleri kabul etmek istesem de gözlerini anımsayınca her şey bir anda önemini yitirmeye başlıyor ben sadece ona güven besliyordum. Anlıyor olmak kabul etmekten uzaktı.
Bana güven ve sevgiyle bağlanmış bir kalbi nasıl kırardım? Ne elim ne de dilim gitmiyordu.
"Bana bunun geçici olduğunu söyleyin," diye mırıldandım gökyüzüne doğru. Beni işitiyor olsalar dahi bir cevap alamayacağım kesindi. "En azından babamın yanımdaydın sen, benim kaldığım yer durmak istediğim yerden uzak!" Derin bir nefes aldım. "Eskiden yanınıza gelmek istiyordum, ama şimdi biraz daha fazla özlesem ziyanı olmaz! Biraz daha yaşamak istiyorum, tüm bu işler bitince biraz daha yaşamak istiyorum. O tepeye tırmanmak istiyorum. Tüm bunlar bitince, hala hayattaysam Ayaz'ı bir kere görmek istiyorum."
"Bitmedi mi?" dedi Muhtar'ın çok yakından kulağıma uğrayan sesi.
"Yoruldum ama bitmek bilmiyor!" dedim. Gelmemi kati bir suretle istemediğini dile getirmesine rağmen olmadık bir saate neden burada bulunmamın merakı içinde olsa da sanırım ben anlatmadan konuya giriş yapmayacaktı. Dedemin cemiyetten haberi olduğunun muhtemelen farkındaydı, işin içine bu denli dahil olduğumu öğrenmesi sorun teşkil edecekti.
"Yeterince dikkatini vermiyorsun, biraz dinlen sonra devam edersin!" dedi. Bir sonbahar sabahını anımsatan gözlerimi yüzüne kaldırdım. Dışarıdan bakıldığında dertsiz, tasasız, kimsenin işe karışmayan ve memleketin gidişatının ne denli zararda olduğunu bilipte meşgul olmayan biri gibi soğukkanlı durmasını takdir ediyor, henüz yolun en başında olduğumu rahatlıkla görebiliyordum. Söz konusu duygularım olduğunda aklımı muhatap alamayacak kadar cahil ve kalbime düşkündüm. Canım yandığı için belki her şeyi mahvetmiş biri gibi çaresiz ve başıboş hissediyordum.
"Yorgunluk bedenimde değil, ama ne yaparsam yapayım elim de tutmak bilmiyor!" dedim. Tüm insan ilişkilerinde köşe bucak kaçmıştım, şimdi ise elim kolum bağlı bir sevdaya boynum bükülmüştü.
İşaret parmağını şakağının hizasına getirdi. "Buranın yorgunluğu bir başka güçten düşüren bir şey, kafanı toplayıp gel!" dedi. Hafif azar barındıran sesi manalıydı.
"Ne zaman bitecek?" diye sordum. Çamura bulanmış ellerimi yüzüme doğru kaldırıp avuç içlerime baktım.
"Eskiden olsa ne denilirse sorgusuz yapmaya hazırdın, bu halin beni endişelendiriyor!" dedi Muhtar. Ne kadar eski diye düşünmeye gerek yoktu, daha düne kadar kafam yerinde ve kalbimi kontrol edebiliyordum. Bir anda olmuştu. Farkında olmadan, sonunun ne getireceğini düşünmeden...
"Dedem gibi konuşmayın, tünelin ucu hiç görünmeyecekmiş gibi bir karanlık ki asıl beni endişelendiren hiç gün ışığı göremeyecek olmamız!"
"Şimdiden inancını yitirdin mi?" dedi şaşkınlık dolu sesi. İnancım yerindeydi, beklemek yoruyordu beni.
"Ölmeye hazırdım ama bazı düşünceler korkutuyor beni," dedim iç çekerek. "Geleceği bilmemek korkutuyor. Bir geleceğimin olmaması, ona sahip olmamak beni korkutuyor! Sahi ne olacak sonumuz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GünIşığı Hanımefendisi
Ficción GeneralBeyaz elbisemi düzelttim, etrafı daha birkaç saniye önce gezdirmemişim gibi göz gezdirdim. Yeni gelenleri onları rahatsız etmeyecek kadar kısa bir an süzdüm. Yine kapıya baktım ve yine kaçmak istedim. Salon iyice daralırken bir başka müzik çaldı, bi...