Keyifle...
Yola çıkarken, birlikte dikkat çekmeyecek bir mesafeyle yürümeye başladık. Ne o kafasını karıştıran soruyu sordu, ne de ben merak ettiklerimi. Buna yeltenirsem zararlı çıkardım ama o kadar güzle bir geceydi ki, bunu ben dahil kimsenin bozmasını istemiyordum.
"Bir yaz akşamı tekrarlayalım bunu," dedi içten gelen bir istekle. Yüzünde ki huzurlu anlam ses tonundan da akıyordu.
"Soğuğu sevmiyorsunuz?" dedim sorar gibi. Merak ediyordum, nasıl bir insandı?
"Üşümenizi sevmiyorum," dedi birden. Kalbim inceden titrerken, her geçen saniyede bu bağın güçlendiğini hissediyordum. Adımlarımı ona dönmemekte ısrar etsem de, bin türlü bahane sıralayıp olmayacağına dair kendime telkinler versem de; gömdüğümü sandığım, kendimden dahi sakındığım o umudun canlanmasına engel olamıyordum.
"Üşümüyorum." Hareket ettiğimden olsa gerek, gerçekten üşümüyordum soğuk havaya rağmen. Buna bir katkısı da yanımda olduğu gerçeğiydi, içimi ısıtıyordu. Kalbimi sıcacık ediyordu.
"Yüzünüzü neden örtmediniz?" diye sordu. İki yabancıdan bir tık ileride ama asla dost olmaya yönelmemiş bir ilişki.
"Karanlıktı."
Güldüğünü işittim. "Gerçekten artık hiçbir şeyden korkmayacağınıza ikna oldum!" dedi. Gülümsemesinin sesi bana sitem ediyormuş gibi vurmuştu kulaklarıma.
"Daha korkunç şeyler var!" dedim düşünceler içinde. Ne zaman biteceğini bilmedim ama tüm gücümü başlayacak o ana toparladığım savaş ile bu kendi içimde ki savaş arasında öyle ayrı yerlerdeydim ki, sanki bazen ben bile kendimi tanıyamıyor, kendimi bulamıyordum.
Ayaz'dan önce ki zaman ve şimdi ki zamanın içine hapsolmuşum da bir türlü ilerisi için ne fikir yürütebiliyor, ne de ön görebiliyordum. Ayaz'ı tanımama isteği ve onu kaybetmek korkusu arasında ki boşlukta savruluyor, düzlüğe çıkamıyordum.
"Ne yaparsam yapayım, sizin için endişelenmenin önünü kesemiyorum! Yine de bu akşam olduğu gibi beni hep telaşlandırıyorsunuz!" dedi zihnime batan bir sesle. Kalbime ona doğru atarken tutamıyordum ben.
"Başka hanımlarla koyu muhabbetlere dalmak da buna dahil mi? Epey çaba sarf ediyorsunuz!" dedim hızlıca. Kulaklarıma değen sözlerimle birlikte utanç hissettim.
"Yüzüme bile bakmadınız!" dedi teessüf edercesine. Yürümeye devam ederken kafamı çevirip yüzüne baktım. Gözleri yüzümdeydi.
"Bana dönük müydünüz?" diye sordum. Bir çırpıda beni tutan her şeyi ona anlatmak isteği içinde kıvrandım.
"Gerçekten hiç yoktan beni suçlu gibi hissettiriyorsunuz!" Keşke buna hakkım olmadığını yüzüme vursaydı. "Kalbim size dönüktü!" Keşke bunu yapsaydı ve bende yerimi bilseydim. "Gözümün önünde, sadece sizi görmek için katlanmak zorunda olduğumu bildiğim bir toplantıda bir başka erkeğin size dokunduğu gerçeğiyle yüzleştim. Niye benim hislerim size görülmeye değer gelmiyor, anlamıyorum!"
Onunla tanışmadan evvel yapmak zorunda olduklarımı hatırlattım kendime. Yine ağır bir his çöreklendi yüreğime, göz diplerim sızlarken çok kısa bir ihtimal üzerine bir gelecek düşlemek, minicik bir umut ışığıyla bizi görmek istedim. Kalbim tuhaf bir heyecan dalgasıyla çarptı göğsüme. Olacak olanın önü her zaman açıktı, olacak olanın önünde taş olsam duramazdım, biliyordum. Zamanı sadece kaybetmek istemiyor, hayatımı onunla geçireceğim anlarla doldurmak istiyordum.
"Sıcak bir yaz akşamı bunu tekrar yapalım, çok isterim!" dedim boşluktan yükselen bir sesle. "Çok sevdim!" Sesim kalbimin sesiydi.
"Çok geç bir zaman değil mi?" Birçok anlama açık sözümü yine kendince değerlendirirken çok net bir ifade gözlerini esir aldı. Kaybetme korkusu. Kendimden tanımıştım. Her an kalbim burnumda, bununla yaşıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GünIşığı Hanımefendisi
General FictionBeyaz elbisemi düzelttim, etrafı daha birkaç saniye önce gezdirmemişim gibi göz gezdirdim. Yeni gelenleri onları rahatsız etmeyecek kadar kısa bir an süzdüm. Yine kapıya baktım ve yine kaçmak istedim. Salon iyice daralırken bir başka müzik çaldı, bi...