Keyifle...
Gece sabaha bir kez daha kucak açarken pencere önünde içimi huzur daldıran bir güzellikle karşıladım onu, bazen gökyüzü gözlerim oluyordu. Hiçbir anın diğerine benzemediği ama aksine ya akıldışı bir hisle hep aynı geldiği bir gün daha...
Saniye aralarında bir var olup bir tükendiğimiz...
Kimse kendi mutluluğunun tarifini bilemez lakin sorsan herkes kendisine ilişmeyen türlü mutluluk peşinde. En iyi örnek, dedemin ben yerimde sakince beklediğim, diğer hareketli zamanlara nazaran rahatlaması gibi. Benim sakince odada nakış işlemem dedemi ne yönden mutlu ediyordu hiç anlamamıştım, oysaki sağlığını düşünüp yalnızca kendine odaklanması gereken bir zamanın içindeydi. En ufak bir zorluğun kalbini attırdığını, tansiyonunu yükselttiği, göğüs kafesini sıkıştırdığı bir yaşın ortasında ve küçük bir üzüntüye bile ruhunun artık katlanamadı biliyordum.
Muhtar'ın bahsettiği aileyi aşağıda gizliyordu, sadece bir gece kendimi tutabilmiş, bozuk havalarla çokça ilgilenmesine rağmen rutubet tutmaktan vazgeçmeyen ahıra inmiştim. Sabahın köründen biraz ileri dakikalardı ve dedem de benim gibi içini huzursuz eden düşüncelerden olsa gerek kendini burada bulmuştu.
"Bir süre burada kalın, askerler aramayı gevşettiğinde o zaman rahatlıkla gidebilirsiniz!" dedi dedemin kısık ama anlaşılabilir sesi. "Size verebilecek daha iyi ve güvenli bir yerim olmadığı için bağışlayın!" Boğazımda bir yanma hissi oluştu. Bu gece o vapura yetiştirmem gerekiyordu ama bilinen gerçeklerler, göz ardı edilemediği gibi canımı delip geçiyordu. Ayaz'ın da dahil olduğu askerler bu ailenin peşindeydi ve bize her umut kırıntısı beslediğimde acımasız bir şekilde o gerçeğin delip geçtiği yerlerin sızlanması o kırıntıyı da silip süpürüyordu.
Ahıra girerken beni görmeyi beklemiyordu dedem, bilhassa aile. "Nazende!" Üstü başı perişan adam ve kadına baktım.
"Kim bunlar?" diye sorduğumda arkalarında saklamaya çalıştıkları çocuğa bakakaldım. Daha perişan bir halde üstelik yaralı görünüyordu. "Siz de pek rahat durmuyorsunuz yerinizde?" Dedeme ithafen söylediği cümle, dedemin bana dönüp bakmasına neden oldu.
"Üstada bir iyilik borçluydum," diye açıkladı dedem. Gerisini dinlememe gerek kalmamıştı. Üstat diye adlandırdığı adamın kim olduğunu bilmiyordum ama önemli bu değildi. Birden fazla ondan bahsederken yüzünün aldığı şekli inceleme fırsatım olmuştu. Kim olduğu hakkında en ufak bir ipucu vermemişti lakin benim merak ettiğim Üstat diye bahsedilen kişinin kim olduğu değildi, Muhtar ile aralarında ne tür bir ilişki olduğuydu.
"Çocuğun yaralarını sarmalıyız," dedim ciddiyetle. "Bana Ceylan'ı gönderin, dede sizde çıkın!" Olayı basitleştirip hiç irdelemeden ayak uydurmamla dedem bana pür dikkat baktı.
"Bunu üstüme alacak olan benim, sen karışma!" dediğinde ona yaklaşıp kolundan tuttum ve ahırdan dışarı çıkardım. Bir iyilik yapmak istiyorsa enine boyuna ne ile sonuçlanacağını da düşünmesi gerekiyordu. Bu şekilde edilmiş bir iyilik onu borçlu çıkarmakla bırakmaz, suçlanmasına ve itibarının zedelenmesine de olanak sağlardı.
"Siz karışmayacaksınız, lütfen şimdi arka ki odalardan birini hazırlatmalarını rica edin. Çocuğun hali iyi gözükmüyor, yolculuğa çıkabilecek durumda değil, şimdilik!" dedim. "Onları Kazak'a yetişecek olan vapura ben bindireceğim!" Kararsız kaldı. Belli ki beni de yakmak istemiyordu.
"Karamamba'da peşlerinde, sadece askerler değil!" dedi, karışmamı istemiyor ama kendi de nasıl işin içinden çıkacağını, yakalanmadan nasıl telafi edeceğini bilmiyor.
"Bu defa birinin ölmesi gerekecekse bu ben olmayacağım!" dedim. Bana güvenmesini istiyordum. "Lütfen izin verin, Necat amcamın artık kimin yanında yer aldığını biliyorsunuz. Size zarar vermez belki lakin had bildirmek üzere derin bir öfke hissediyor hala. Ona karşı da kendinizi zarara uğratacak davranışlarda bulunmayın!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GünIşığı Hanımefendisi
Ficción GeneralBeyaz elbisemi düzelttim, etrafı daha birkaç saniye önce gezdirmemişim gibi göz gezdirdim. Yeni gelenleri onları rahatsız etmeyecek kadar kısa bir an süzdüm. Yine kapıya baktım ve yine kaçmak istedim. Salon iyice daralırken bir başka müzik çaldı, bi...