"Duyduğuma göre geçenlerde Atlantis'in doğusundaki demir ocağını kapatmışsın. Umarım bunun Presley ile bir ilgisi yoktur."
Brian, Wheaton'ın Presley'den haberi olmasına apışıp kalmıştı. Bunda da Mark'ın parmağının olduğunu düşünüp üzerindeki bakışları hazmetti.
"Geçici bir süre."
Wheaton ona dikkatle bakıyordu. Presley'in bir zamanlar onun can kardeşi olduğunu düşününce içine attığı derdin büyüklüğünü tahmin edebiliyordu. En azından Adolf ona çok defa yaşatmıştı.
"O artık Presley değil. Yani eski Presley ne olursa olsun senin o durumdaki halini görmezden gelmezdi."
Kızıl ormanın balçık kokan havasını her teneffüs ettiğinde beraberinde getirdiği anılar hep savaştan ibaretti. Çünkü savaş meydanları kandan öte balçık kokardı. Tanrının insanı yarattığını söylediği madde. Belki de ölüm ve yaradılışın tek ortak noktasıydı. Sadece bedenler vardı. Ruhlar ortadan kaybolmuştu.
Öyleyse Presley bir ölümüydü yoksa bedenini ele geçiren ruhun parçası mı?
Artık bir önemi yoktu zaten. Presley ondan nefret etmeliydi.
"İşlerim yoğun kapatmalıydım." Konuyu dağıtmaya çalıştı. Bakışlarının karşılığını alamayan Wheaton daha fazla üstelemedi. "Yoğunluk demişken Enbuzen Kuzeydeki isyanı bastırmak istiyor. Cemediler avcıların işgalinden bıktı. Cordell Lordu da sınırlarına dayanan göçmenlerden şikayetçi. Biliyorsun Leston'daki isyanda Cordell'a başka göç olmayacağına dair söz vermiştik."
"Adolf gelmeden hiç kimse adım atamaz. Ordu toplanmak için onu bekliyor. Şimdilik 100'e yakın yardım konvoyu hazırladık. Hepsi tek tek yola çıkacak."
Bu avcıların dikkatini çekmemek için yaptıkları bir stratejiydi. Wheaton Brian'a her konuda güvenirdi. Adolf kadar olmasa da yakın görürdü kendine.
Tek fark Wheaton öz babasını da severdi. En azından bunu belli ederdi. Adolf'ın aksine..
"İyi ki bizi bırakmadın Brian." İşte bu cümle Brian'ın yaşama tutunma sebebiydi. İki çocuğun bugünlere kadar gelişini izlemek bile gözlerinin dolmasına sebepti.
Kardeşi için ölmeye hazır bir ağabeyin omzunu kavrayıp gözleriyle sarıldı. Bu şefkat dolu bakışlar Wheaton'ı küçüklüğüne götürüyordu. Babasının nefret ettiği bakışlar... Ne zaman onları yakın görse küçük bir çocuğa en ağır azarlamalarıyla karşılık verirdi. Wheaton her hakarete katlanırdı.
"Siz de annenizle birlikte ölmeliydiniz."
"Piçin büyüttüğü piçler."
"Sen ve o katil kardeşinden hep nefret ettim."
Ama Adolf'a ettiği hakaretler... Onu annesinin katili olarak çağırıyordu. Adolf kabullenmişti bu hakareti. Çünkü kendisini annesinin katili olarak görüyordu. Asla yapmayacağı sadist şeyleri bu sıfatın altına sığınarak yapıyordu. Öz annesinin katili.
Saray da dahil tüm halk ikiye ayrılmıştı. Erastus'tan uzun bir süre kurtulmuş olmanın onun doğumuyla olduğunu söyleyen kesimin yanında Adolf'ı annesinin ölümünden dolayı ve çoğu kez acımasız tavırlarından geleceğin laneti olarak görenler de vardı. Adolf ise zaman zaman atan kalbinde çok seyrek vicdanını dinlerdi. Wheaton'ı öldürmeyen ama süründüren vicdan...
İkilinin arasındaki sevgi selini yaklaşan çığlıklar durdurmuştu. Koşan iki ihtiyarın ardında koca bir yamyam sürüsü vardı.
Wheaton öne doğru atılmak üzereyken Brian onu sessizce durdurdu. "Burdaki yamyamları unutma. Bırak açığa çıksınlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vaveyla +18
Fantasy×❌Yetişkin içerik ❌× Rahatsız olanlar okumasın,, Tanrı yine bir gün dünyaya göndermeden önce yarattığı ruha her zamanki sorusunu sorar : Ruhun hangi varlıkta can bulsun, ışığım? Bu seferki ruh ona şöyle karşılık verir: Orada ki en güzel varlıklar h...