Anastasia

3.3K 810 57
                                    

Etraftaki müzik sesleri kalenin sesi olmuş, coşkulu bir törenin eğlencesine aitti. Bu esnada hazırlanmaktaydı genç prenses. Gümüş küpelerini de taktığında tam olarak bitirmişti işini.

Boydan boya uzanan parlak kumaşla süslenmiş kalın elbise, hafif topuklu ucu sivri botlarıyla sonlanıyordu.

"Çok güzel oldunuz Leydi'm." Cüce Sam kocaman yaprak gibi gözleriyle Ana'yı süzerken hayran olmuş gibiydi.
"Teşekkürler, Sam... Bu elbise çok güzel." dedi gülümseyerek.

"Teveccühünüz Leydi'm onu güzelleştiren sizsiniz." İnce kulak yırtan sesi korkan bir adamı andırıyordu.

Yine büyülenesi bir tebessüm..

Masallar diyarındaymış gibi hissettiren bu güzellik kapının şiddetli şekilde çalmasıyla sona ermişti. Tedirginlik dolu suratla kapıya bakan Ana "Gir!" diye bağırdı.

Oldukça seri hâlde içeri giren asker önce selam verdi. Yüzündeki tuhaf korku ortamı daha da germişti. "Leydi'm. Kale yakınlarında cansız bir bedenle karşılaştık. Gelip bakmalısınız."

"Neden buraya getirmiyorsunuz?"

"Leydi'm sorunda bu, getiremiyoruz."

"Bu nasıl bir ölü ola ki getiremiyorsunuz?" Ana kurak tenlilerden biri olduğunu düşündü. Gerçi onların ölülerinden zarar gelmezdi.

Asker tepki vermeden sadece kafasını eğdi. Sam'e dönerek "Sam üstümü değiştir." dedi gerginlik dolu ses tınısıyla.

Cüce değneğini birkaç kere salladıktan sonra Ana'nın üstünde durdurdu. Siyah, deri üstü, asker yeşili bir pantolon ve siyah çift bot üzerine oturduğunda beklemeyip odadan hızla dışarı çıktı.

Kaledeki insanlar eğlenirken, atlara binip, sur kapılarında bekleyen askerlerin kapıyı açmasıyla arkasındaki birkaç askerle kararan havada ilerlemeye başladı.

Uzunca yol kattetikten sonra biraz durup soluklandı. Nefes alışverişleri normale dönen Leydi hiddetle bağırdı. "Hani nerede bu ölü?!"

Neredeyse kasabaya inip hiçbir şey bulamayan genç kız sinirlenmişti artık. Çevresine bakınıyor, ama ortalıkta bir ceset göremiyordu. Sadece ateşin yarı aydınlattığı çimen ve aydınlatamadığı karanlık vardı burada.

Askerler tepkisiz durmaya devam ediyordu. Anastasia attan inip etrafa bakındı. Lakin yine de ceset felan yoktu. "Seni gördükten sonra dirildi desem inanır mısın, Doğu Wireceaster'ın biricik aşkı...Dayısının kızı."

Ana duyduğu tanıdık sesle kalbindeki çırpınışları hissetti. Arkasını döndüğünde dayısı Marcellus ile karşılaştı. O anda içini kaplayan sevince takriben "Marcel!" diye bağırmıştı.Parlayan gözleri tüm karanlığı aydınlatacak cinstendi. Marcel uzun, kalıplı bedeniyle ona doğru ilerlemeye başlamıştı. Siyahlara bürünmüş ve bir hayli kalın giyinmiş orta yaşlardaki bu adam elbetteki üzerinde doğuştan var olan bir asillik taşıyordu.

Dayısının ona sarılmasıyla kendine gelip karşılık verebilmeyi aklettiğinde bu kadar çok kavuşmaya alışık olmadığı için hazırlıksız yakalanmıştı.

Marcel onu omuzlarından tutup yüzyüze geldiğinde babacıl bir tavırla "Çok güzel bir genç kadın olmuşsun..." dedi büyülenmiş halde. Genç kızın yüzünü avuçları arasına aldı ve işte her seferinde kullandığı o benzetmeyi tekrarladı yine. "Tıpkı annen gibi."

Ana, burkulmuş kalbini saklayacağını sanıp kafasını sallamakla yetinirken içine gömdüğü acı gün yüzüne çıkmıştı tekrar. Konuyu dağıtmak istercesine "Ee nasıl geçti hayatın bizden ayrı geçirdiğin zamanlarda?" diye sordu.

Vaveyla +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin