Kumral Ateş

1.2K 380 155
                                    

~Anastasia' nın dilinden~

Boyce kasabasının tozlu yollarını geride bıraktığımızda Adolf'ı istediği malzemeleri sağlayacak bir medyumun dükkânına sokmuştuk. Dükkanın kapısını ittiğimizde, içerideki hava, tütsülerin yoğun kokusuyla karışık, zamanın durduğu hissini uyandırıyordu. Duvarlarda asılı kurutulmuş otlar, renk renk şişelerde sıvılar ve eski kitaplar, metaforik bir atmosfer yaratıyordu. Tavan arasından sarkan örümcek ağları, mekanın ne kadar eski olduğunun kanıtı gibiydi. Dükkan sahibi kadın, koyu rasta saçları ve deri çizmeleriyle, bu eski dünyanın otoriter bir figürüydü. Bize kısa süreliğine bu mekanı bırakıp kasabanın içlerindeki meyhaneye doğru yol almıştı. Adolf malzemeleri incelerken, dükkanın her köşesi, eski zaman büyücülerinin ruhlarıyla fısıldıyordu. Köşedeki ağır ahşap masanın üzerinde, kadim yazıtlarla bezeli aynanın yarısı bezle örtülüp kamufle edilmişti. Adolf, bu antika malzemeleri çatık kaşlarıyla incelerken pek memnun görünmüyordu. Gülmemek için zor durmuştum fakat yine de ele vermemiştim kendimi. Onun sert bakışları tüm eğlence hevesimi söküp atmıştı.

"Bu kadın kaçıncı yüzyılda temizledi dükkanını?" diye mırıldandı elindeki antika kavanozu nazikçe çevirirken. Kavanoz, yılların biriktirdiği toz tabakasıyla örtülüydü. Titiz olacağını hiç tahmin etmeyen bense biraz afallamıştım.

"Medyumlar, zamanın sınırlarını aşabilirler, Şehzadem." dedi Thomas, gözlerinde uyanan bir uyarı ışığıyla. "Uyanık olalım, zira o kadın şu anda bile sizi gözetliyor olabilir." Thomas, pantolonunun paçasını çocuksu bir hevesle çekiştirirken, Adolf'un bakır çanağa yerleştirdiği tilki kemiğiyle işlenmiş kavanozdan çıkan esrarengiz organa tiksintiyle baktı. Bu kemiğin üzerine kazınmış semboller benim hiç bilmediğim bir dile aitti. "Sanki büyücülük sanatı için yaratılmışsınız, efendim," dedi Thomas, gözlerinde dalgayla parlayan bir ışıkla.

Bölgenin bereketli topraklarından süzülüp gelen, meşe yapraklarının yeşil özü, diğer gizemli malzemelerle bu doğal alkimyanın içine harmanlandığında, bakır kazanın içindeki sıvı, hayat bulmuşçasına yeşile bürünüp kabarcıklar çıkarmaya başladı; her bir baloncuk, eski dünyanın tahripkar olayları gibi evrimleşerek sıvının gücünü arttırmıştı sanki.

Midem, bu esrarengiz iksirin varlığına isyan edercesine kıpırdanmaya başlamıştı. Adolf'un bu mistik karışımı ne yapacağını merak etmekten kendimi alamıyordum. Acaba bu içeni öldürebilecek kase, onun dudaklarına değecek miydi? Yoksa başka bir varlığın ruhunu çağırmak için mi kullanılacaktı? Ben bu sıvıya tiksinerek bakmaya devam ederken Adolf, Thomas'ın sözlerine hiç beklemediğimiz bir yerden karşılık vermişti. "Sen de bir bakir olmak için doğmuşsun." Sanki az önce hiç konuşmamış gibi işine devam etmesi ise onların arasında çok doğal bir etkileşim olduğunu vurguluyordu.

David ile ben, anın şaşkınlığını geride bıraktığımızda, kahkahalarımız salonun yankılanan duvarlarında gezinmeye başladı. Thomas'ın, bir erkek olarak bu kadar uzun süre masumiyetini korumuş olması, gerçekten de hoştu; fakat insanın aklına gelen ilk soru, bu duruma nasıl dayanmış olduğuydu. Thomas'ın yüzündeki ifade çöktüğünde, Adolf'ın belirgin çehresinde ilk defa beliren açıkça sırıtış içimdeki tüm duyguları harekete geçirdi. Yüzündeki o kurnaz ifade, onun maskülen ifadesiyle öyle bir uyum içindeydi ki, insanın içinde bir hayranlık duygusu uyandırmadan edemiyordu. Ama sonra, Adolf'ın alay konusu yaptığı şeyin bakirlik olduğu düşüncesi zihnimi aydınlattı. Açıkça görülüyordu ki, o artık masumiyetini çoktan geride bırakmıştı. İçimde, onun karizmatik varlığına kapılmış bir şekilde, şimdiye kadar kaç kadınla birlikte olduğunu merak eden bir düşünce belirdi, kendimi bu düşünceden alıkoymam mümkün değildi. Kim bilir kaç kadın onun rakibi olmayan erkeklik cazibesine kapılıp kollarına atılmıştı...

Vaveyla +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin