Nastya +18

2.5K 382 63
                                    

Arkadaşlar +18 ibaresi koydum aslında çok ileri gidilmiyor. Yine de rahatsız olanlar okumasın çünkü ilerdeki bölümlerde açıkça yazacağım.

Kasabanın donuk havası, kemiklerimi üşüten bir soğukla beni sarmıştı. Üzerime yapışan ceketim, rüzgarın keskin dişlerine karşı kalkanım olmuştu. Gözlerimiz, kasabanın uçurum kenarında yalnızca bir siluet olarak beliren iki katlı harabeye kilitlenmişti. O eski bina, çevresinin kırışık yüzünü, hüzünle çizilmiş çizgilerini sergiliyordu. Kapıları, zamanın yükünü taşıyamayıp çökmüş, pencereler ise geçmişin hikayelerini fısıldayan çatlaklarla doluydu. Uzaktan bakıldığında, sessizliğin bir örtü gibi üzerine çekildiği anlaşılıyordu; fakat içinde ahlaksız karakterlerin gizlendiği bir mekandı burası. Etraf, kahkahalar ve çarpan kadeh sesleriyle yoğun bir kalabalığa ev sahipliği yapıyordu. Kasaba halkı, burada bir eğlence yaşandığını duyar duymaz, arı kovanına döndürmüştü araziyi.

Kapılardan giren adamları henüz kimse karşılamıyordu. Bu da demek oluyordu ki kaçırdıkları kızlar henüz gelmemişti. Gözlerim, tahmin ettiğim üzere, üzerinde gizemli bir 'T' harfi yaldızlanan eski bir yeraltı geçidinin kapaklarına ilişti.

Bu terk edilmiş geçit, bir zamanlar gizli sırlara ev sahipliği yaparken, şimdi sessizliğin ve unutuşun kucağına bırakılmıştı. . Çeşitli sebeplerden dolayı toprak aşınıp içe göçtüğü için artık kullanılmayacak hale gelmişti.

Adolf'un yanına sessiz adımlarla yaklaştım, gözlerimde bir sır gibi parlayan telaşla fısıldadım, "Birazdan gelirler. Saklanmalıyız." Planımız denizin dibindeki inciler kadar açıktı;
Thomas ve ağabeyim burada, bu tehlikeli sularda yüzmeye devam etmeliydi. Onlar, geçmişin savaşlarında kanıtlanmış, cesur yoldaşlardı. Ben ve Adolf ise, bu gizli görevin merkezindeydik. O pislik yuvasının içine usulca girip, hiçbirinin fark etmeyeceği bir sessizlikle Adolf ve Thomas için değerli olan anahtarları ele geçirecektik. Tabii bir de çıkabilmesi vardı oradan. Bunun için net bir planımız yoktu. David ve Thomas'ın gözlerinin üzerimizde olduğu odaya doğru ilerleyecek, herhangi bir tehlike anında yardıma gelmelerini umacaktık.

Adolf gözlerindeki kararlılıkla, bizi sessizce bir çalılığın arkasına yönlendirdi. Onunla işbirliği içinde olmak, içinde tarif edemediğim kıpırdanışlara neden olmuştu; heyecanım tüm bedenimi sarmıştı. Buna rağmen o, benim tam zıttım gibi, sakin ve kendinden emin gözüküyordu Bulduğumuz en rahat yere geçip tünedikten sonra beklemeye başlamıştık. Bu süre zarfında oldukça sessiz olmamız ise beni daha çok germişti. Ellerini hafifçe çalılığın yapraklarına değdiriyor, parmak uçlarındaki nazik dokunuşlarla sanki doğa anayı hoşnut ediyordu. Bir yandan da bana nispet yapar gibi arkasındaki kütüğe yaslanmış iyice yayılarak matarasındaki şarabı içiyordu. Arada göz göze geldiğimizde dahi matarasını ağzından düşürmemişti. Hatta bir ara bana uzatmıştı, "İçmek ister misin?"diyerek. Boğazımı saran düğümleri hissederken, başımı nazikçe iki yana salladım; reddetmek ona rağmen yapabildiğimiz en büyük başarımdı. Ve o, fütursuzluğun ve özgürlüğün özenle çizilmiş resmiyken her hareketiyle, her bakışıyla içimdeki isyanı körüklüyordu.

Bir an için ona hayranlıkla baktığımı fark eder diye bakışlarımı kaçırmaktan boynuma kramp girmişti.

Gözleri uzağa dalar gibi olunca fısıltılı seslerle benim duyabileceğim tonda mırıldandı. "Bu kadar yakınımdayken senden etkilenmememin tek yolu içmek."

Sözlerinin tesiri altında, kalbimden yükselen sıcak kanın damarlarımda bıraktığı buz gibi hissi içime çektim. Şaşkınlık ve hayranlık, duygularımı bir araya getirip, zihnimde bir karmaşa yaratmıştı. Acaba gerçekten onu bu kadar etkiliyor muydum? Bunun için mi elinden düşürmemişti matarasını? diye düşündüm tüm bu kargaşanın içinde. Gözlerimdeki fırtınayı durduracağımı sanarak dudaklarımı araladım ancak yıldırımların varlığını ses tonuma yansıtmaktan alıkoyamamıştım kendimi. "Sen onu Valentina'ya ver."

Vaveyla +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin