selammm, yeni bolum
iyi okumalarrr!!
☆☆☆
paytak adımlarla markete doğru yürürken uzun zamandır canımın yani bebeklerin tatlı dışında bir şey istemelerine seviniyordum. koltuğun üstünde uyuyakaldığımda gördüğüm küçücük rüyamda tteokbokki yediğimi görmüştüm ve uyandığımda düşündüğüm tek şey tteokbokki yemekti. evde ne malzemeler ne de markete gidecek bir minho hyung'um olduğu için iş başa düşmüştü tabii. hazırlanıp dışarı çıkmıştım.
minho hyung şu sıralar eskisinden yoğun çalışıyordu. ben doğum yaptığımda bana yardım etmek için yıllık izinini kullanacağından şu sıralar normal izinlerini pek kullanmıyordu. evde tek başıma olmak sıkıcı ve yorucu olsa da bir şekilde idare etmeye çalışıyordum. tam olarak tek de sayılmazdım aslında.
"biliyorum yoruldunuz" karnımı okşayarak bebeklerimle konuştum. şu sıra sürekli bebeklerimle konuşuyordum zaten, onlar da olmasa kafayı yerdim. seungmin, jeongin ve felix ellerinden geldiği kadar yanımda olmaya çalışıyorlardı ama her gün yan yana olamıyorduk tabii. jeongin bebek jisung'a bakıyordu. seungmin ve felix'in de kendi işleri oluyordu. ben de pek gidemiyordum yanlarına. "ama az kaldı, kavuşacağız tteokbokkimize" nefeslerimi düzene sokmaya çalışarak yürümeye devam ettim. yüz metre bile yürümemiştim ve nefes nefeseydim. karnımda neredeyse toplam altı kiloya ulaşmış iki bebek taşımak böyle bir şeydi. zordu yani.
markete girdiğimde alnımda biriken terleri silip çalışan klimanın altına doğru yürüdüm. yüzüme doğru üfüren rüzgar bir nebze olsun iyi hissettiriyordu beni. ferahlamıştım.
yaşlı bir teyze yürüdü yanıma doğru. o yürüyünce dikkatimi ona verdim. durumu pek de iyi görünmüyordu, üstünden başından belliydi ama dilenci de değildi. elindeki pirinç torbasını ve yağı gösterdi.
"oğlum, bunları benim için alır mısın? yemin olsun bir kuruş ne param ne ekmeğim kaldı evde kocamdan kalan emekli maaşı yatana kadar. evde torunlarım bekliyor, açlıktan kurudu yavrucaklar. ne olursun, misliyle sana döner dilerim." gözlerim dolarken cüzdanımı çıkardım cebimden. istedikleri temel ihtiyaçlardı zaten, sorun değildi. "ne kadar tutuyor teyze? parasını vereyim al sen." tutarı söylediğinde söylediği rakamdan biraz fazla parayı avucuna bıraktım. ellerime sarılıp eğilince onu engellemeye çalıştım, böyle durumlarda hep iki büklüm olurdum. yaşlıları böyle görmeye dayanamazdım. oturup ağlayacaktım şimdi, keşke kimse böyle zor durumda kalmasaydı. zamanında yokluğun en büyüğünü bizzat ben yaşadığım için olmayanın halinden anlardım. gerçekten üzülmüştüm.
"tanrı seni bütün kötülüklerden korusun ve kollasın." ellerini ellerimden çekerken bir elini göbeğime değdirdi teyze. çok kısa süreli olsa da çok garip hissettim. içim bir garip oldu ve tüylerim ürperdi. "çocuklarını sağlıkla kucağına al ve mutlu kaderleri olsun. sağ ol yavrum." teyze uzaklaşıp gözden kaybolduğunda anca kendime gelebildim. elime bir kolye bıraktığını da yeni fark ediyordum. zincirin ucunda küçük bir haç sallanıyordu. kolyeyi montumun cebine koyup silkelendim ve alışveriş arabamı ittirerek reyonları dolaşmaya başladım. bebeklerin ikiz olduğunu söylememiştim ama anlamıştı teyze, artık yandan da öndem de iyice kendimi belli ediyordum sanırım.
aldıklarımı kasadan geçirirken teyzeye başka bir ihtiyacı olup olmadığını sormadığım için kötü hissediyordum ve bakışlarım onu arıyordu. ama o elindekileri aldıktan sonra çıkmış olmalıydı ki bir daha göremedim. halbuki görebilseydim torunlarına çikolata da alacaktım, belki mutlu olurlardı. hangi çocuk çikolatadan mutlu olmazdı ki?
mikrodalga aldığım noodle ve tteokbokkinin hazır olduğunu söylerken boş masalardan birine geçip afiyetle yemeğimi yedim. yürümek beni daha çok acıktırmıştı. neyse ki doymuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
law of love | minsung (✓)
Fanfiction!mpreg! savcı minho şans eseri arşivde bulduğu ve soruşturma dosyası seneler önce kapanmış olan kayıp han jisung'u bulmak için varını yoğunu ortaya koyar. *angst değil*