Varsa hâlâ bölüm bekleyen... Öncelikle iyi akşamlar demek istiyorum.
Elimde olmayan sebeplerden ötürü yine uzun bir ara oldu, farkındayım ve mahcubum. Ne kadar sürer bilmiyorum ama son okumasını yaptıktan sonra bu gece bölümü paylaşacağım. Bölümü yazarken araya uzun zaman aralıkları girdiği için muhtemelen mantık hataları vardır, o yüzden son bir okuma yapmam gerekiyor. Birkaç söylemek istediğim şey olduğu için de bu yazıyı bölümden ayrı paylaşmak istedim.
Ben aslında 30. bölümü şubatın ikinci haftası paylaşmak niyetindeydim. Zaten bölümün belli bir kısmı yazılmıştı. Pazar günü şehir dışından dönecektim ve müsait olduğum o hafta da bana kalan tüm zamanımı bölümü tamamlamaya ayırıp bölümü bitirecektim. Fakat haftanın ilk günü sabaha karşı ülke tarihinin en yıkıcı depremini yaşadık. Allah beterinden korusun denir ama Allah benzerinden de korusun, çünkü deprem bölgesinde yaşayan insanlar o gün felaketi yaşadı.
Ufak tefek depremlerin sık yaşandığı bir şehirde büyüdüm, ilkokula giderken deprem tatili bile olmuştu ki daha sonra 6'lı şiddetlerde depremler de yaşadık. 6 şubat sabahı deprem çığlıklarıyla uyandığım zaman da yine kısa süre sallayıp duracak bir deprem olduğunu sanmıştım ama öyle olmadı, sarsıntıyla yataktan düşüp deprem hâlâ devam ettiğinde durumun farkına varabildim. Olduğum yerde sarsılmaktan öte duvarların nasıl gidip geldiğini gözlerimle gördüm. Sıradan bir deprem olmadığını daha ilk saniyelerde belli etmiş bu depremin bitmesi tam bir buçuk dakika sürdü.
Üzerimize bir şeyler geçirip kendimizi dışarıya attığımızda herkes ellerinde telefon koşturuyordu. Kalbimiz korkuyla çarparken sevdiğimiz insanlardan haber almaya çalışıyorduk ki saat dört buçuk gibi telefonuma ilk deprem bildirimi düştü. O bildirimde yazan 7.8'e saniyelerce bakakaldım. Anakarada, yerin sadece 7-8 km altında bu büyüklükte bir deprem, 6'lı şiddetlerde depremlerde bile yıkım yaşanan ülkemiz için tam anlamıyla felaket demekti.
Neredeyse her yer kapalı olunca eldeki paranın da bir hükmü olmuyor. Öğlen olduğunda eve girip birkaç parça eşya alalım, beş dakika da telefonları şarja takarız diye eve girdik. Ana deprem olmuştu, bundan sonra olsa olsa sadece artçılar olurdu ve evde de tek bir çizik bile olmamıştı. Evden çıkmaya hazırlanırken buralarda asıl yıkıma neden olan 13.24 depremine yakalandık. Önce hafif başladı. Deprem mi oluyor diye sorduğum anda öyle bir sallanmaya başladık ki tavandaki avizeye baktığımda 360 derece dönmek bir yana dursun 180 derece açıyla bir sağa bir sola çarpıyordu. Depremin yer altından gelen korkunç gürültüsüne ek olarak duvarlardan da çatırdama sesleri gelmeye başladığında dedim herhalde bu sefer bitti. Zemin kattaydık, beş metre sonra dışardayız diyerek çıkalım dedik, duvardan duvara savrula savrula, düştüğümüz yerden birbirimizi kaldırarak, sürekli yer değiştiren apartman kapısını güç bela açıp kendimizi dışarı attık ve direkt merdivenlerden yere atladık, yerde zaten kar vardı. Biz çıktıktan sonra arkamızdan duvarlar dökülmüş. Dışarı çıktıktan sonra da rahat bir nefes alamadan çatılardan kiremitler, bacalar düşmeye başladı. Panikle yola atlayan insanlara araba çarptı. Karın üzerinde yalınayak yürüdüğümüzü bile çok sonra fark ettik. Saatlerce ne biz birilerinden haber aldık ne de arayanlar bize ulaşabildi. Korkunç bir gündü.
Depremden sonra günübirlik gittiğim iki şehir dışında hep buradaydım. Bütün artçıları yaşadık. Artçılar sırasında uykudan da uyandık, ayağımız yerden kesilip kendimizi yerde de bulduk. Üç ay boyunca haftanın yedi günü sahada çalıştık. O yoğunluk o psikolojiden çıkmama bir nebze yardımcı oldu.
Benim şu anda yaşadığım şehir aynı zamanda kökenim olan şehir, ailem buralı. İki aydır işe köyden gidip geliyorum, günde yaklaşık beş saatim yolda geçiyor. Eve gelince yemek yerken, koltukta otururken, telefonla konuşurken bile uyuyakaldığım zamanlar oldu. Kiralar 10 bin liradan başlıyor, benim o kiraları vermem şu anda mümkün değil, bu durum bir süre daha böyle devam edecek. Bir yandan ağır hasarlı binaların yıkımları da gece gündüz devam ediyor, mümkün olduğunca uzak kalmak istiyorum bu durumdan. Çünkü gördükçe insan üzülmeden edemiyor. Bu şehirde büyüyen insanların anılarımız ve çocukluğumuz gitti derken ne demek istediklerini, memlekete dair güzel çocukluk anılarının toplandığı rahmetli anneannemle rahmetli dedemin evinin etrafını apartmanı yıkmak için sarmış iş makinalarını gördüğümde anladım. Oysa daha dün gibiydi, o apartmanın önündeki parkta akülü araba sürdüğümüz, anneannemin bize dondurma yedirdiği günler... Eğer ikisinden biri yaşıyor olsaydı zaten beni yanlarından başka bir yere bırakmazlardı.
Bir kişi bile bu kitabın tamamlanmasını bekliyor olsa sorumluluk hissederim ama bende durumlar böyle... Köyde yaşıyorum demiştim ve şehri tahmin edersiniz ki şu anda hasat zamanı, buralarda temmuz demek bahçelerin bir nevi ev olması demek. Öte yandan dedem de rahatsız, şu anda yoğun bakımda tedavi görüyor.
Sonuç olarak kitabı tamamlayacağım ama bölüm aralıkları bir süre daha uzun olacak gibi. Nasip olur da bu kitabın finalini paylaştığım gün umarım bekleyen bir kişi olur :) Çünkü benim ağır aksak da olsa yazmaya devam etmemin sebebi bekleyen birileri var sorumluluğu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜLDEN YANAN ATEŞ
General FictionAyakta durmakta bile zorlanıyordu ama ağır adımlarla bana doğru yaklaştı. Tam karşımda durduğunda, odadan içeriye sızan ay ışığı sayesinde gözlerini net bir şekilde görebiliyordum sadece. Beklemediğim bir şekilde bana sarıldı, yüzünü boynuma doğru g...