🎡Çocukça mı davranmıştım, profesyonelliği elden mi bırakmıştım yoksa sadece abartıyor muydum bilmiyordum. Bildiğim tek şey hayal kırıklığına uğramış olduğumdu.
Yalan nefret ettiğim bir şey değildi. Benim de yalan attığım çok sefer olmuştu, ama onlar böyle değildi. Böyleden kastım bu kadar kandırılmış hissettiren demek. Jackson'ın yalanı kalbimi kırmıştı. Hala biliyordum ki bana gerçeği söylemek zorunda değildi, ve belki de mantıklı bir açıklaması vardı. Olmasa bile sorun değildi çünkü ben hayatında açıklama hak eden bir insanın sahip olacağı yere sahip değildim. Ama aptal kalbim bana tam olarak böyle hissettiriyordu. Jackson için değerliymişim gibi...
Kendimi hemen kaptıran bir insandım, oldum olası böyle olmuştum. Ama Hyunjae'den sonraki iki senenin sonunda az çok kendime geldiğimde istediğim tek şey tıpkı Jimin'in yaptığı gibi seksle kafamı dağıtmaktı. Ve bunun için çıktığım randevuların ikincisinde, ilkinde buluşacağım kişi gelmemişti, bir yandan hüsrana uğramış bir yandan da benim için bir lütuf olan Jackson ile tanışmıştım. Sonrasında, tanrının işi o ya, onunla aynı şirkette çalışmaya başlamıştım. Tanıştığımız ilk günden beri bedenimde kramplara ve sancılara sebep olan şeyler yapıyordu, ancak şirket arkadaşı olduğumuzu öğrendiğim andan itibaren buna izin veremeyeceğimi biliyordum.
Yirmi yedi yıllık hayatımda, yaşamın bana verdiği en iyi ders şuydu: tecrübeler yalan söylemez.
Son ilişkim berbat bir şekilde bitmişti ve üstesinden gelmek çok zor olmuştu. Ondan öncekilerin de hiçbiri iç açıcı değildi. Hepsi bedenimden ve benliğimden çekinmeme sebep olmuşlardı. Onların bende açtığı ruhsal yaralar vardı ve ben bu yaraları kapatmakta başarısız olmuştum. Örneğin ilk erkek arkadaşımın benimle birlikte olacağı ilk gece erkek olduğum gözüne batmasın diye vücudumu ters çevirmesi ve kendince benim erkek olduğumu gizlemesi beni partnerleri ile yüz yüze ilişkiye giremeyen birine çevirmişti. Sonraki erkek arkadaşlarımdan biri pembe, mor, sarı gibi renkleri giymeyi tercih ettiğimde top olduğumu iyice belli ettiğimi söylemişti bu yüzden Jimin beni tehdit etmedikçe o renkleri giyemiyordum. Halbuki mor en sevdiğim renkti. Son ilişkim yüzündense artık Jimin yokken içemiyor, evdeki her deliği kitlemeden uyuyamıyor, yanımda yapılan ani el kol hareketleri ile otomatik olarak saklanmak için bir yer arıyordum.
İşte bunlardan ibarettim. Bir avuç şerefsizin mahvettiği bir zihin, kalp ve beden. Yani bir hiçtim.
Kaldı ki artık iki ayda bir gittiğim psikoloğum bana travma sonrası bozuklukların getirdiği etkilerin yaklaşık iki üç sene kadar sürebileceğini, kimi zamansa çok uzun seneler geçmediğini söylemişti. Ben bu haldeyken bırakın bir iş arkadaşı ile görüşmeyi, insanların yüzüne bile bakmamalıydım. Bu onlara yaptığım büyük bir haksızlık olurdu.
İlişkilere güvenim kalmamış olması da beni, ne zaman sevgililere özensem, bundan uzaklaştırıyordu. Yaşadığım onca şeyden sonra ciddi bir birlikteliğe ne aklım ne de kalbim hazır değildi.
Jimin bu endişelerimin beni yalnızlığa ittiğini söylüyordu, belki de haklıydı. Ancak sorun yokmuş gibi davranmak çok zordu. Gülümseyip sanki eski erkek arkadaşım bana fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamamış, beni esir etmemiş, bana bir böcekmişim gibi davranmamış gibi yaşayamıyordum.
Arkamda bırakmak istemediğim için değildi. Sadece korkuyordum. Artık insanlara o şekilde güvenmek benim için çok zordu. Yine de Jeon Jackson onca zaman sonra kalbime en hızlı şekilde giren ilk erkek olmuştu. Kalbimi lunaparktaki hız trenlerinin yaptığından daha fena çarptırıyor ve bir kasisten geçerken midemde oluşan krampın yüzlerce katını yaşatıyordu. Ama bu kadardı işte. Girdiği kadar hızlı bir şekilde orayı terk etmek ister gibi bana yalan atmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PATRON ( taekook )
FanfictionJeon Jungkook; bir cuma gecesi gittiğim restoranın tuvaletinde partnerimden yakındığım sırada önce bana hakaret eden, ardından sıkıcı ve sorunlu partnerimle geçirdiğim boktan dakikaları benim eski çocukluk aşkımmış gibi davranarak mükemmel bir anıya...