Bugün bu holdinge dokuzuncu günümdü. Herkes ile çok iyi kaynaşmıştım. Tek bir kişi hariç. Sevgili patronumuz. Arada sırada çalışanları kontrol ediyor hep bir kabahat buluyordu. O neden böyle değil bu neden böyle...
İnsanı yoran bir cinstendi. Ama ben Nur'dum. Bana sökmezdi. Anlam veremediğim bir şekilde Uğur Bey'i gözlemliyordum. Aptal bir rüya beni çok etkilemişti. Ya doğruysa diye düşünmeme neden olmuştu. Ama bir gariplik vardı. Uğur Bey şuana denk görmek istediğim şeyi göstermemişti. O kötü bir adamdı ve insanları öldürebiliyordu. Görmek istediğim şey buydu ama bunu göremiyordum. Çünkü Uğur bey iyi bir insandı. Tek kusuru dediğim gibi herşeye bir kabahat bulmasıydı. Her neyse saçma düşüncelerime ara verip tekrardan işlerime dönmeliydim. Sunum yapmam gerekiyordu. Burası bir mimarlık şirketiydi ve benim hem çocuklar için hem yetişkinler için uygun ve her iki tarafıda memnun edecek bir proje çıkarmam ve bunu sunmam gerekiyordu. Açıkçası bunu yapmak istemiyordum. Uğur bey bilerek bu görevi bana vermişti. Özgüvenimin sadece onunla atıştığım zamanlarda mı olduğunu, işimde de aynı özgüvenimin olup olmadığını anlamak istemişti. Bu çok saçmaydı. Ben kendi kendime bunun saçmalığını sorgularken kızıl saçlı ela gözlü fazla kibar olan Sude yanıma geldi."Nur, Uğur bey seni çağırıyor."
"Neden?" diye merakla sordum.
"Bilmiyorum ama acil gelsin dedi..."
Başımla onaylayıp Uğur bey'in odasına yöneldim. Girişinde Uğur Dilmen yazılı olan kapıya geldiğimde kapıyı tıklattım. Bir dakika bekledikten sonra "Gel." sesi gelmediği için tekrar kapıyı tıklattım. Bu defa "Gel." sesi gelmişti. İçeri girdim ve kapıyı kapattım.
"Yapacağın sunumu tamamladın mı?" diye sordu Uğur Bey.
"Henüz bitmiş değil, ama bitmek üzere Uğur Bey..." dedim.
Tek kaşını kaldırdı ayağa kalktı ve sorgular gibi bakmaya başladı.
"Eminmisin?"
"N-neyden?"
"Soruya soruyla cevap verme!"
"Neyi kast ettiğinizi anlamadım?"
Toplantı masasına ilerledi ve bacak bacak üzerine atarak oturdu.
"Nur!" dedi sesi biraz yüksek çıkmıştı.
"Ee-efendim." dedim.
"Sana birşey anlatacağım ve istemesen de yapmak zorundasın!" dedi. Zorundalık?
"Ben anlamadım?" dedim sorar gibi.
"Anlatacağım." dedi. "Herşeyden vazgeçmen gerek. Ne olursa olsun girdiğin yoldan dönüşün olmayacak. Ayrıca korkuyorsun ve bunu başarabileceğini de pek düşünmüyorum. Ama başka yol yok mecbursun!"
Duyduğum şeyle gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ne demek mecburdum. Neye mecburdum. Ben hiç birşeye mecbur değildim. Zorunda hiç değildim.
"Uğur bey, ben sizin şahsi eşyanız ya da süs köpeğiniz değilim! Çalışanınızım! Mecburiyet diye birşey yoktur ve ben sizin istediğiniz şeyi yaparak karşılığında para kazanıyorum! Hiç birşeye mecbur değilim, zorunda değilim! Kendi isteğim doğrultusunda sizinle çalışıyorum! Kullandığınız terimler çok kaba ve kırıcı!" dediğimde sesim biraz yüksek çıkmıştı.
"Sus, yeter!" dedi dan diye. Demedi bağırdı.
"Üzgünüm, Uğur bey. Ben artık burada çalışmak istemiyorum. İstifa ediyorum. Bugün burada dokuzuncu günüm ne yaptıysam beğenmiyorsunuz. Hep bir kusur buluyorsunuz. Sunumu başka birine devredebilirsiniz. Ben artık gelmeyeceğim. İş hayatınızda başarılar..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Piyon
General FictionBoynunda belirginleşen şah damarı her şeyi ortaya koyuyordu. Pişmandı. Yaşattığı şeyler için. İnanmadığı onca şey için.. Yanına gidip kollarımı boynuna doladığımda gülümsemişti. Bitmemiş bir hikayemiz vardı. Onca kötü yaşanmışlığa rağmen tamamlanmas...