20. Bölüm: "Çaresiz Serzeniş Zelzelesi"

43 7 157
                                    

Merhaba!

Hızlı şekilde geldim, çok sürmeden ve ara açmadan bir bölüm daha atacağım. Hande ve Fatih'in en samimi sahnelerini görmek isteyenler varsa hemen bölüme alalım. :)

Bölüm Müziği:
Bozkır - Sazca Enstrümantal (Medyada mevcuttur)

20. Bölüm: "Çaresiz Serzeniş Zelzelesi"

"Sonra kuşlar gitti
Anladım dünya yorgun
Sen yorgun, tortusu kalmış
Eski bir korkunun
Görmedik, duymadık
Demedik bunlar kötü
Biz var mıydık?
Aşk var mıydı?"

____ Tuna Kiremitçi

İnsan, sevdiklerini pencere önünde beklediğinde, sanki hep daha çabuk geleceğini düşünür, nedeni ise hiç bilinmez... Yanlış durakta mı, doğru durakta mı; hiç umursamaz, sadece beklemekten, bekledikçe de, kursakta kalan heveslerden ibarettir insan... Hande, çok geç vakitlerde hastaneden, mecburen geri geldiklerinde, kaldığı odanın içine girer girmez, Seda'nın desteği ile üzerindekileri değiştirdiğinde, koltuk değneğine tutunarak pencere önüne geçmiş, karanlık gecenin içinde bir çare aramıştı. Yaralarını incitmeden saran annesi, sanki pencere önünde belirecek, ansızın gelecek gibi hissetmişti. İnsandı işte, umut etmek doğasında vardı, en atılmaz huylardandı; can çıkardı da, huy çıkmazdı. Yuvasını, penceresinin önüne kurmuş olan o iki kuşa baktı, hep onları korkutmamak için geride kalırdı. Yuvasını, penceresinin önüne kurmuş olan o iki kuşa baktı, hep onları korkutmamak için geride kalırdı.

Çok geç olmuştu, saatler; gecenin 1.30'unu gösterirken, eve gelmeleri, hastanede kaldığı vakitlerden daha kısa tutmuştu. İlginç olan, her gün kendisini sürüklemekten söz eden adam, ikna etmiş, "Hastane çok güzel, doktorlarla da, hemşirelerle de konuştum, ilgilenecekler, annenin komada olduğunu kabullen, kalsan da bir faydan dokunmayacak." demişti. Çok zorluk çıkarmamıştı, o anlatmasa, kendisi düşünecekti söylediklerini, uzatmadan gelmişti kaldığı eve, direnecek halde de değildi. Geldiği vakit, bir saati geçmiş, pencere önünden hiç uzaklaşmamış, gök gürültüsünün sesinin kesilmesinden ise ayrıca rahatlamıştı. Çok beklemişti orada, uzaklaşmış gözleri, hep uzaklara dalmıştı. İstemsizce hastanedeki doktorun sözlerini, çaresiz beklemelerin içinde, hastane koridorunda ki çırpınışları hatırlamıştı.

Bir mucize olmuş, kalbi ansızın duran Yeliz Hanım, ansızın tekrar hayata döndürülebilmiş, kalp masajı, olumlu sonuç vermişti. Sağ çıkabilse, bir kez atlatabilse, verilebilecek böbrek de bulunmuş, ilanlardan, Hande'nin kendisine ulaşılmış, konuşacak gücü kalmadığı için Fatih görüşmüştü. Ya hastaneden sağ çıkması, hastalığı atlatması, ne kadar mümkündü? Hiç de iç açıcı konuşmamış doktor, umuttan söz etse de, umudun içinde mantıksız ve imkansızlıklardan söz etmişti. "Hastamız, tam sekiz senedir böbrek hastası, diyaliz hastalarının sağlık durumuna bakacak olursak, hastanın böbrek fonksiyon testleri, normalin epeyce altında..." şeklinde açıklamalara girmişti Doktor Hakan Bey... İçeriden, sonradan giren kır saçlı doktor değil, isminin Hakan olduğunu öğrendikleri genç doktor çıkmıştı...

Söylenenler içinde tek anladığı, oldukça sertçe zihnine çarpan, "Normalin epeyce altında!..." kısmı olmuş; çaresizce, lime lime taramıştı her bir tarafını... Umut da vardı, acı da, keder de; kime ne nasip olursa, kimin payına ne düşerse, ondan nasibini alacaktı elbet... Ya çok sevdiği, ne olursa olsun vazgeçemediği Yeliz Anne'sinin payına 'Ölüm' denen illet düşer de, bir daha onu hiç göremezse?... Hande, ölümle hiç tanışmamıştı; kalbinde öldürdükleri hariç, o soğuk illeti hiç tanımamıştı. En önce babasını öldürmüştü içinde, bitirmişti tamamen. Yok olmasını istemiş, içinden söküp atmıştı. Sonra sevmiş, 'Aşk' ile tanışmıştı ölümden çok evvel, sevginin ne olduğunu öğrenmişti. Aras denen o şerefsizden aldığı darbe ile sevgisini de öldürmüş, aşka inancını da tamamen kaybetmişti. Sahi, artık mecburen aynı semtte ve mahallede olmalarına rağmen, daha hiç karşılaşmamışlardı, zaten hiç de sırası değildi, uğraşamazdı...

İstanbul Saklasın BiziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin