MEKTUP

162 12 1
                                    

22 Aralık 2009, Ankara.

"Ayas!" Babasının sesiyle biraz daha geriye kaçtı ve saklandığı yere sindi küçük çocuk. Babasıyla saklambaç oynuyordu. "Nerede bu çocuk ya?"

Gülmemek için elimle ağzına kapattı. Sessiz olmak için büyük bir çaba gösteriyordu ama hareket etmekte istiyordu. Babamın kulakları çok keskindi, aynı bir kurt gibi! Ses çıkardığı an onu bulacağını biliyordu Ayas.

"Dolapta da yok bu çocuk Allah Allah." Adımları oğlunun saklandığı masanın önünde durdu Barça. Oğlunun bu masanın altında olduğunu en başından beri biliyordu. Heyecanla nefesimi tutarken ayak parmaklarını oynatıyordu Ayas. Heyecanlı bekleyişi babasının kafasını eğip masanın altından onunla göz göze gelmesiyle son bulmuştu. "Buradaymış!"

Kocaman bir çığlık kopardı ve saklandığı yerden çıkıp onun üzerine atladı. "Ben söbelicem baba ben!" Dediğide onu bir yandan ikna olsun diye gıdıkladığı için kahkaha atarak başını sallıyordu Barça.

İkna olduğunu anlayınca babasını arkada bırakıp koşmaya başladı Ayas. Aşağıda mutfak kapısına ulaşması gerekiyordu. "Geliyorum!"

Babasının sesiyle heyecanlı bir çığlık daha kopardı. "Gelme gelme!" Daha da hızlı koşmaya başladı. Mutfak kapısını gördüğünde daha da heyecanlandı. "Sobelicem!" Diyerek sonunda mutfak kapısına yapıştı. Ellerini heyecanla vurmaya başladı küçük çocuk. "Sobe baba, sobe!"

Merdivenlerin en alt basamağında durup gözleri kısılarak güldü Barça. "Aferin evlat." Dedi. Kollarını iki yana açtığında koşup hızlıca kollarına girdi Ayas. Koca gövdesini çok seviyordu. Benim babam çok güçlü bir adam, diyerek dolaşırdı hep ettafta. "Aferin sana." Saçlarını öptü Hamit Barça. Bakışları yüzüne inince yüzünde her zaman mutlu olan gülümsemesi yoktu adamın. Yüzünde biraz mutsuzluğun parçaları vardı. Nasıl olmasındı zaten? Eşi, oğluyla kendisini terk edip gitmişti. Beş gün önce bir mektupla veda etmişti kendisine. Evladına.

Hiçbir zaman kendisini de evladını da sevmediğini, onlardan utandığını bilen Hamit bunu bir sürprizmiş gibi karşılayamadı. Masasında gördüğü mektup ile anladı o vaktin geldiğini. Nereye gittiğini bilmiyordu. Tayinini istemiş sonra da gitmişti Nigar.

Biricik aşkı Nigar...

"Sen sevilecek bir adam değilsin Barça." Diye başlamıştı sözlerine Nigar. O mektup bir bıçak misali göğsüne saplandıysa ilk darbeyi bu cümle vurmuştu. "Bunu biliyordun. Seninle ailem istedi diye evlendiğimi, çocuk bile istemediğimi biliyordun. Seni sevmeye çalışmadığımı söyleyemezsin bana. Olmadı ama. Olmuyor. Belki bir çocuğumuz olduğunda seni severim sandım. Belki de bir çocuk seni olgun adamın tekine çevirir sandım. Olmadı Hamit, sen benim sevgimi haketmedin. O kadar yaşının adamı değilsin ki... Biri seni dışarıdan görse belki de çok fazla korkar senden ama o lanet olası ağzını açtığın anda gidiyor tüm o hallerin. Küçük bir çocuktan farksız kalıyorsun. Otuz beş yaşındasın sen be adam, on değil. Bunun bile farkında değilsin ve benden seni böyle sevmemi bekliyorsun. Yazık. Sana gerçekten yazık çünkü seni hiçbir zaman sevmeyeceğim. Seni bir tek o aptal oğlun sever. Kendine benzettiğin oğlun. Senin yüzünden onu bile sevemedim ben. İkiniz benim hayatımda büyük bir felaketten farksızken benden seni sevmemi bekleyemezsin."

Ben senden hiç beni sevmeni beklemedim Nigar, diye geçirmişti Hamit o mektubu okurken. Ama sen benim sevgime bile saygı duymadın. Hor gördün beni, eyvallah dedim. Bir oğlumuz olduğunda bende senin, beni ve oğlumuz seveceğini sandım. Oysa nefretin öyle bir arttı ki, o nefreti küçük oğlumuza bile yansıttın. Beni geçtim be Nigar, beni geçtim. Sen o el kadar bebeden ne istedin?

KÜL KOKAN HAYALLER Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin