3 Ağustos 1995, Ankara.
Ben Hamit Barça Balsak'a aşıktım.
Ben, karşımda durmuş öylece beni izleyen, gözlerimi kendi üzerinde hissetmek isteyen o adama aşıktım. Ancak bakamıyor, gülemiyor, ona sevgimi itiraf edemiyordum. Çünkü korkuyordum.
Çevremizde dolanan onca insanın arasında bir zamanlar gerçekten çok sevdiğim o adam vardı: babam. Şimdilerde onun için Baba demek bile zor geliyordu oysa.
"Nigar," annem yanıma oturup sarı saçlarımı özenle düzeltti. "Ne güzel gelin oldun böyle."
Evet, gelin olmuştum bugün. Arkadaşlarım, meslektaşlarım ve ailemin olduğu küçük bir düğün yapmıştık. Hemen karşımda Hamit oturuyordu, onunla evlenmiştim bugün. Bu benim en mutlu günüm olabilirdi. Bugün doyasıya gülüp Hamitle eğlenebilirdim.
Oysa sadece karşısında oturuyor, insanların ve Hamitin zoruyla arada oyunlar oynuyordum. Tam şu anda boynumda asılı olan kuşaktaki paralar umrumda değildi. Annemin iltifatları da. Umrumda olan şey babamın bir kez kafamı kaldırıp Hamite gülümsememi beklediği o anlardı.
Gülümsersem ölürdü. Bugün değil ancak bir gün. Ben onu severken.
Gülümsemedim.
Ve bu Hamiti çileden çıkarıyordu, biliyordum. Çünkü ona daha önce gülümsedim, öylesine değildi bu üstelik. Ben onu severek gülümsedim ona. Ve o tekrar bunu istiyordu, onu sevmemi istiyordu. Ve ya orada bir yerlerde, içinin en derinlerinde benim sevgimi biliyordu. Bir gülümseme, bir insanın sevgisini sunar mıydı size?
Sunmuyorsa eğer o nasıl hâlâ yanımdaydı? Üstelik yaptığım onca şeye rağmen? İnanılmazdı bu. Beni böylesine sevmesi inanılmazdı. Ona kör olmak ise mümkün değildi. Oysa en çok ona kör olmam gerekirdi.
Dayanamadığımı hissettiğim o anda bakışlarımı kaldırıp ona baktım. Gözlerimin içine bakarken bir oh dediğini hissettim. Gözleri ışıldadı, umutla baktı bana. Ben ona nasıl bakıyordum bilmiyordum, sanki artık bakışlarımın kontrolü bende değildi.
Bir müzik sesi yükseldi o anda. Hamit başını kaldırıp sesin geldiği yone baktı ve ardından Arnavut Kaldırımı çalmaya başladığında gözlerimiz tekrar kesişti. Gözlerimin içine kararsızlıkla baksa da usulca ayağa kalktı ve yanıma gelip elini uzattı.
Elimi avucunun içerisine bıraktığımda kocaman elinin içerisinde bir çocuk eli gibi kalmıştı minik elim. Buna tebessüm etmek isterdim. Sessizce ayaklanırken tek yaptığım onu izlemekti.
Adımları tam pistin ortasına geldiğinde ve şarkıyla beraber dans etmeye başladığımızda gözlerim geniş omuzları ve yüzü arasında mekik dokuyordu. "Sorun ne?"
"Anlamadım?" Gözlerimi yüzüne sabitledim. Onunla konuşmamı bahane gösterebilirdim.
"Sorun ne Nigar? Bugün mutluydun, baş başa olduğumuz o anlarda gülüyordun. Sonra birden yüzün asıldı ve tüm gün neşeni yerine getiremedim. Sorun ne?"
Bir an bilmesinden çok korktum. Bir an, gözlerimin önünde babamı öldürmesini istedim. Sonra öyle bir an geldi ki gözlerimin önüne, o kurşunun dönüp dolaşıp Hamiti bulmasından korktum. Anlar ve ikilemler, buradaydı. Benimleydi ve korkularımla taçlandırıyorlardı kendilerini.
"Sorunun ne olduğunu biliyorsun. Sahte bir mutluluk ile insanları kandırmaya çalışmak yoruyor beni."
Müziğin sesi arttı o anda. "Öpsem bebek gözlerinden, çok ağlatırlar /
Sarsam seni kollarımdan, bir gün alırlar / Sevsem seni doyasıya, yıpratırlar / Bir sürü kuru gürültü, parçalar sevgimizi, ey kader!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜL KOKAN HAYALLER
Mystery / ThrillerSahi büyümek neydi? Büyümek; Bir çocuk kırılganlığında kurulmuş hayaller, temizlenmesi gereken ruhlar, sönmesi gereken yangınlar ve umut adına yapılmış fedalardı. Öyleyse yangınlar, hayallerinden kurtulması gereken bir çocuğa mı aitti; yoksa umudun...