Bölüm 18

79 17 1
                                    

BÖLÜM 18

Dalgaların sesiyle açmıştı gözlerini Ateş... Gece boyu sevdiği bedenin, adandığı ruhun sahibini kollarının arasında bulacağını düşünürken kendisini bir boşluğun içinde bulmuştu. Genç kızın, elbisesi belinde mahrem yerlerini kapatırken sıkıntıyla gözlerini ovuşturmuş, dirseklerinden destek alıp doğrularak etrafına bakınmıştı. Onun beyaz ayakkabılarını görüp, her ne kadar rahatlamış olsa da nerede olduğunu bilememek dahası yanında görememek içindeki mutluluğun yok olmasına, öfkesinin hızla gelip an be an artmasına neden oluyordu. Dişlerini sıkarak gözlerini kapatırken, gece boyu süren sevişmelerinin ardından kızın yanında olmamasının nedenini anlamaya çalışıyordu. Canını mı yakmıştı? Öyle bir kapılmıştı ki rüzgarına, büyülü bir şekilde yaşamıştı her şeyi. Dokunuşlarını, öpüşlerini hala bedeninde hissederken başını geriye atarak iç çekti genç adam. Derin nefesler eşliğinde sırtını biraz daha dikleştirdiğinde, başını çevirmesiyle onu gördü. Denizin kenarında oturmuş, dizlerini kendisine çekmişti. Etrafına bakınıp pantolonunu bulan Ateş, hızla giyinip kızın yanına gitti. Niyeti ona hesap sormaktı... Bağırıp, çağırmak... Ancak onun denize bakan gözlerinin içinde beliren mutluluğu ve yüzündeki tebessümü gördüğü an yeniden, yine her şeyi unutmuş kendisini onun yanına otururken bulmuştu. Kızın ağır ağır kendisine dönmesiyle kaşları havaya kalkmış, ardından kendisi de gülümsemeye başlamıştı.

ATEŞ

"Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Normal şartlarda, bu gibi durumlarda yatağı terk eden ben olurdum ancak gece boyu Nefes ile yaşadıklarımdan sonra, onun beni sevdiğini öğrendikten sonra değil onu bırakıp gitmeyi, hiç doyamayacağımı düşünüyordum. Gözlerimi açıp, onu yanımda bulamadığım o kısacık anda aklıma gelen düşünceler, hissettiğim öfke içimi kavuruyordu. Zira onu görüp, yanına gelirken de aslında tek niyetim onu azarlamakken onun, denizin sakinliğini bile kıskandıracak derecedeki sakinliği ve yüzündeki o tebessüm beni bir kez daha alabora etmeye yetmiş, öfkemin kimse tarafından söndürülemeyeceğini bildiğim bu dünyada bir kez daha onun tarafından yok olmuştum. Aynı onun gibi, yanına oturup yüzüne baktığımda başını bana çevirmesiyle, kendimi de gülümserken buldum. Nefes, çoktan benim hayatım olmuştu da sanki ben bunu yeni yeni fark ediyordum. Tenin teni istediğinde önüne geçilemeyeceğini, hiçbir şeyin fayda etmeyeceğini bilen ben, şimdi ona bakarken ve o bu kadar masumken, bir kez daha benim olmasını istiyor ancak yüzündeki gülümsemenin solmasından korktuğumdan ve her an kırılacakmış gibi duran bedenine zarar verebileceğim düşüncesinden uzak durmaya çalışıyordum. Kaşlarımı çatıp "Neden buradasın?" diye sorduğumda "Uyuyamadım" dedi.

Nedenini, nasılını sormadım. Sadece öylece, bana bakan gözlerine baktım. Gülümsedi. Alt dudağını dişlerinin arasına alıp, önüne dönerken, aptal aşık gibi sırıtıyordum. "Ne oldu?" diye sorarken çenesinden tutup kendime çevirdim "Beni anlamaya çalışıyorsun?" dedi. Sesimi çıkarmayıp, gözlerine ardından dudaklarına baktığımda suratında kendisinden emin bir gülümseme vardı "Anlayamazsın" dedi "Kimse anlayamadı"

İçini çekip, önüne dönerken neler yaşamış olabileceğini tahmin etmeye çalışıyordum. Dudaklarım gece boyu tenindeki her izin üzerinde şefkatle dolaştığında, hıçkırarak ağlamasını unutamıyordum. Çenesini tutan elimi tutup, avucumun içine bir öpücük bıraktı "Ancak ben istersem..." diye fısıldayıp başını omzuma yasladığında "İnsan sevdiğini anlayabilir" dedim. Kıkırdadı. Bir hamlede dönüp, kucağıma çıktı. Kollarımı boynuma dolanırken, gözleri yüzümde dolanıp, gözlerime demir attı "Belki..." dedi "Ama sen ve ben çok farklıyız"

"Bu... Bir sorun mu?" diye sorduğumda martıların sesi gittikçe artmaya başlıyordu.

"Bilmiyorum" dedi. Gülümseyen yüzü, yavaş yavaş solarken "Sanki sen gelmeden önce sürekli koşuyordum. O kadar yorulmuşum ki, bunu şimdi daha iyi anlıyorum" dedi. Yüzünü boynuma gömmüş, kendisini saklıyordu. Oysa ben... Ben onu görmek, hissetmek yeniden dokunmak için ateşler içinde yanıyordum. Sıcacık nefesi tenime vurup, beni istemediğim düşüncelere ittiğinde Nefes başını kaldırmış, gözlerimin içine bakıyordu. Çok zekiydi... Çok,çok ama çok zekiydi. Bana neler yaptığının farkındaydı. Yine de bu hoşuma gidiyordu. Nazlı nazlı gülümseyip, kirpiklerini kırpıştırırken, neler olduğunu hatırlamıyordum bile. Nefes'in dudaklarına kapanmış, üzerindeki gömleğimi çıkarırken "Seni seviyorum" diye fısıldıyor ardından tekrar öpüyordum. Serin kumların üzerine yatırıp, bir kez daha sanki gece boyu ona sahip olmaya, öpmeye doyamayan ruhumu bir kez daha onunla doyuruyordum. Nefes, hiç bitmeyecek, tükenmeyecek gibiydi. Kırılası, sevilesi, her zerresi tapılasıydı ve ben ona sahip olduğum için, çok şanslıydım..."

NEFES

"Birini sevmenin önce ruh, sonra kalple olduğuna inanırdım her zaman. Ruh sevmezse, kalbe izin vermezdi. İnanmazdı karşısındaki kalbin içindeki seviyorumlara. Ateş'in teni, tenime değdiğinde bambaşkaydım sanki. Hiç bilmediğim ülkelere gitmiş, tatmadığım duyguları tatmıştım. Heyecan? Ateş? Baskı? Tutku? Ve daha nicesi... Kalbim, açsam ağzımı dışarı fırlayacakmış gibi atıyordu. O bana her dokunduğunda ben ellerinde, dudaklarında biraz daha eriyor, biraz daha kırılıyordum. Bütün duvarlarım yıkılıyordu bir bir. Ateş'in girdiği o buzdan kapılar beni karşısında, bedenen değil ruhen de çırılçıplak bırakırken korkuyor ve deli gibi ona tutunuyordum. Beni sevmesi, öpmesi her şeye bedeldi ama yaralarım... Onlara her dokunduğunda canımın acıyacağından korkan ben, hissettiğim yanılgılarla yüzleşiyor, kendi duvarlarıma çarpa çarpa ona sığınıyordum. Sıcacık nefesinde yeniden hayat buluyordum sanki... İçim içime sığmıyor, içimdeki soğuğun yerini yaza bırakışını, gülerek, koşarak göstermek istiyordum. Eğer sevmek, sevişmek buysa ben her zaman onun kollarında, kalbinde olmak istiyor, hiç kırılmamak ve üşümemek istiyordum..."

***

Son hazırlıklarını yaparlarken bir yandan da gülümsüyorlardı. Eşyalarını toplayıp İstanbul'daki hayatlarına kaldıkları yerden devam edeceklerdi ancak ikisi de dönmek istemiyor, burada, bir arada kalmak istiyorlardı.

Senem ise soluğu emniyette almış, babasının meraklı bakışlarına aldırış etmeden Yağız'ın odasına dalmıştı. "Neden telefonlarıma çıkmıyorsun acaba?" diye sorarken genç adamın arkasında bir yere baktığını görüp, gözlerini kısmıştı. Sinirle saçlarını savurarak arkasını döndüğünde iri yapılı bir adamın kendilerini izlediğini görüp, tısladı "Hayırdır, tiyatro falan mı oynatıyoruz burada?"

"Senem Altun değil mi?" diyen adam ayağa kalkıp karşısına dikilmişti Senem'in. Genç kız "Evet de sen kimsin?" diyerek çenesini dikleştirdiğinde "İsmim Akın Dereli, Senem Hanım. Ankara 12. Ordu Komuntanlığı'ndan geliyorum" demesiyle "Askere mi çağırılıyorum?" diyerek alay etti genç adamla ardından Yağız'a dönüp "Neler olduğunu anlatacak mısınız? Yoksa bütün emniyeti buraya toplayayım mı?" diye sordu. Arkadaşı çekingen bakışlarla kendisine bakıp "Benden araştırmamı istediğin telefon numarası yüzünden burada Üst teğmen" diyen Yağız derin bir nefes aldı "Askeri hat olduğunu söylemiştim, hatırlıyor musun?" diye sorduğunda Senem "Evet. Sorun ne?" dedi.

"Sizin araştırma yaptığınız bu hat küçük hanım, çok önemli bir şahsa ait. Devlete de ait diyebiliriz?" diyen askere baktı genç kız. Ardından "Senin o 'çok önemli şahsın' devlete ait olan bu hatla benim kız kardeşime musallat olabiliyor ama?" dediğinde adamın "Bu yaptığınız suç!" dedi sert bir şekilde.

"Yağız!" diyerek arkadaşına dönen genç kız "Söyle çabuk!" dediğinde genç adam "Ankara 12. Ordu Komutanlığında üst düzey birine ait bu hat. Bize ulaşmamaları için, hattı bizim tarafımızdan korumaya alıp kapattık. Ama anladılar." Dediğinde Senem "Kim be adam? Kim?" diye bağırdı sonunda.

"A-Ateş Ayazoğlu isminde bir komutana ait! İstihbarat..."

"Hey!" diyerek araya giren asker genç polise susması için göz dağı verirken Senem "Sen az önce ne dedin?" diye soruyordu. Duyduğu isim gerçek olamazdı! Bu hat Ateş'e ait olamazdı çünkü bu hat Mustafa'nındı! Gözleri yerinden çıkacakmış gibi irice açılırken "Söylesene be adam!" diye bağırdı yeniden. Sinirden kızaran gözlerinin beyazı, dişlerinin dudaklarına geçmesine neden olurken "Ateş Ayazoğlu, Senem" dedi bir kez daha Yağız. Askerin hala kendilerine nutuk çekmesiyle, çileden çıkacağını hissediyordu genç kız. Parçalar kendince aklında yerine otururken nefes alamadığını hissediyor, namlunun ucundaki kurşunun kardeşinin kalbine saplanacağını bildiğinden kinleniyordu. Onu koruma iç güdüsü, daha doğrusu koruyamadığı için kendisine lanetler ederken, arkasında hızla bir şeyler gevelemekte olan askere tokat atıp, yakasına yapıştı. "Söyle o şerefsiz komutanına, kaçacak delik arasın, duydun mu beni asker bozuntusu? Kime bulaştığınızı, asıl kimin canının daha çok yanacağını yakında göreceksiniz!" deyip adamın kasıklarına sinirle vururken Yağız'ın "Senem, tanıyor musun?" dediğini duyup güldü.

Genç kız, öfkeden ve acıdan titreyen sesiyle "Evet, tanıyorum..." dedi. Elindeki telefonunu, cebine koyarken "Nefes!" dedi ağlayarak... Bilmiyordu ama Nefes aşkla dolu olan kalbinin yarın paramparça olacağını, Ateş tarafından acımasızca kırılacağını... Buzdan duvarlarının, kalelerinin yerine daha güçlülerinin inşa edileceğini... Ve kim bilir belki de bu gece akıllarında sadece bir bedel olarak gözükecekti. En azından Nefes öyle düşünecekti ve aşk en çok onun canını acıtacaktı...

HATTA AŞK VAR (ESMER SERİSİ -5)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin