2- Acının Dorukları

291 13 2
                                    

Ben buraya geleli tam sekiz gün olmuştu. Bir gün önce Tahsin amca gelmiş ve bir ton yiyecek, kıyafet, banyo ürünleri ve benzeri şeyler bırakmıştı. Eksik olan şeyler bile fazlalığa bürünmüştü. Tarif defterine kendimi çok kaptırmıştım. Normal tarifleri denemeyi bırakıp tuhaf olanlara başlamıştım. Sanırım içine eklediğim bazı malzemeler vücudumuzda ekstra bir şeyler salgılanmasını sağlıyordu. Başka açıklaması yoktu. Büyü diye bir şey olmadığının bilincindeydim.

Fırından çıkardığım kurabiyeleri tabağa güzelce yerleştirdim. Ardından tepsiyi kaldırdım. Bugün ekstra bir şey yapmaya karar vermiştim. Saksıları toprakla doldurup tohum ekecektim. Yukarı kattaki saksıları ve tohum kabını alıp geldim. İki çeşit tohum vardı. Ama paketleri olmadığı için hangisinin ne olduğunu bilmiyordum.

Evden dışarı çıkmadan önce küçük bir kürek aldım. Dışarı çıktığımda tohumları yere bıraktım. Saksılarla küçük merdivenden aşağı indim. Yere çöküp kürekle toprağı kazdım. Alt taraftaki topraklardan almaya çalışarak saksıya koydum. O dolduğunda diğer saksıya geçtim. İkisi de bittiğinde sallanan sandalyenin yanındakini getirdim. Onunda içini toprakla doldurdum. Salıncağın yanındakini de getirdim. Onunda içini toprakla doldurduğumda derin bir nefes çektim. Biraz yorucuydu doğrusu.

Evimizin bahçesi kocamandı. Bazen bahçıvanla beraber takılırdım. Babam dışarı çıkmama izin verdiği zamanlar. Ağaçları budardık beraber. Bana yaptırmazdı genelde ama öğretmeye çalışırdı. Öğrenmem amaçlı da bir kaç dal budamama izin verirdi. Saksıları sularken çok eğlenirdik. Bazen üstüm ıslanırdı. O an eğlenceli olsa da daha sonra dadım babama yetiştirirdi. En az bir haftadan başlardı dışarı çıkmama yasaklarım. Yetmezdi bu cezalar bana bazenleri. Odama kitlerdi. Aç susuz bırakırdı. Eğer öfkeliyse, işte o en korktuğumdu. Dudağımın titrediğini hissettim.

Geçmiş acınında ötesi gibiydi. Bu yaşanılanları geçmiş diye anlatıyordum. Çünkü buradaydım. Burası o tüm kötü anıların olduğu yerden uzaktı. Belkide gelecek olan anılardan bile uzaktı. Derin bir nefes daha soludum. Acı kelimesi yaşadıklarımın ve hissettiklerimin yanında basit kaçıyormuş gibi hissederdim.

Benim hikayem diğerleri gibi süslü değildi. Benim hikayemde kaçmak yoktu. Benim hikayem boyun eğenlerin hikayesiydi. Annem başımı azıcık kaldırsa dik tutmak için çabaladığım lakin hep yere eğilen başımı dimdik tutardım. Sadece kırılınca eğilmesini sağlardım. Ben yanımda durabilecek bir güç istiyordum. Bir umut ışığı. Bir dayanak. Ama her şeyden çok... Sevilmek istiyordum. Hiç tatmamıştım bu duyguyu. Sevmenin ne olduğunu biliyordum. Koşulsuz şartsız sevmeyi iliklerime kadar yaşıyordum. Ailemi sebepsizce seviyordum.

Her sebebi elimden aldıklarını düşünürdüm. Öyleydi de. Bu yüzden onları sebepsizce seviyordum. Ne yaşanırsa yaşansın biz aileydik. Diğer aileler gibi mutluluğu, üzüntüyü paylaşmazdık biz. Herkes köşesine çekilirdi. Orada yaşardı neşesini, üzüntüsünü. Mutluluk pek görülen bir şey değildi evimizde. Bazen annemin o ağlamasının nasıl bir his olduğunu merak ederdim.

Mutluluktan ağlamak... Çok tuhaf değil mi? Üzülünce ağlarız. Mutlu olunca güleriz. Bu iki şey bir araya gelmiş ve mutluluktan öte bir şey oluşturmuş. Eksi ile artı çarpışınca her zaman eksi olmuyormuş demekki. Bende istiyordum. O hissi yaşamak istiyordum. Annem sevildiğini hissettiği için öyle ağlamıştı. Sevildiği gösterilmişti. Peki bana aynı şeyi kim yapacaktı? Burada yapayalnızdım. Bacaklarım güçsüz düştü. Yere oturdum. Dizlerimi kendime çektim. Yüzümü kollarım arasına gömüp ağlamaya başladım.

Neden onlar benim en büyük acım olmak zorundaydı? Mutlu olmak haram mı kılınmıştı ben gibilere? İçimdeki çocuk daha doğmadan ölmüştü. Bu reva mıydı bana? Büyük küçük dinlemiyordu acılar. Sahipleri belliydi. Onlara gidip sığınıyorlardı. Ama sahiplerinin sığınacak yerleri yoktu.

Yasak CadıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin