Büyük bir kavga etmiştik. Ateş gücüm öfkeyle beraber onu yakacaktı. Eğer karşımda Dora olsaydı mesela. Küle dönmüş olurdu. Ateşi kontrol edebiliyor olması bir armağandı. Kendimi odama kilitlemiştim. Bir şeyler yemek istemiyordum. Onu öldürecektim. O an hissettiğim duygular aklımdan çıkmıyordu.
Onu kaybetmek üzereydim. Kendi ellerimle öldürecektim hemde. Acıyla gözlerimi yumdum. Arada geliyor ve bir şeyler yememi söylüyordu. İki buçuk gün olmuştu. Kendimi çok halsiz hissediyordum. Ağlamaktan gözlerim acımaya başlamıştı. Açlığımı hissetmeme rağmen iştahsızdım. Odamdaki suyum dün akşam bitmişti.
"Eğer açmazsan kapıyı kıracağım artık. Endişelenmeye başlıyorum." Zar zor ayağa kalktım. Terliklerimi giydim. Başım dönüyordu. Dik durmaya çalışarak kapının kilidini açtım. Bir elimi duvara yaslamıştım.
"İyiyim." Gözlerindeki endişeyi gördüm.
"İyi falan değilsin. Yüzün bembeyaz olmuş." Kolumdan tutup çektiğinde sendeledim. Halimi fark etti. Ellerini dizlerimin altına geçirdi. Ardından havalandım. Beni kucağına almıştı. Eli sıkıca omuzlarımı tutuyordu. Merdivenlerden indik. Beni kanepeye bırakıp üstüme örtü örttü.
"Uslu bir çocuk ol ve beni burada bekle." Bu halde yapabileceğim başka bir şey yoktu. Ona boyun eğdim. Bunu fark ettiğinde gitti. Örtünün altına iyice girdim. Uykum vardı. Hem de çok fazla. Gözlerim anında kapandı.
Zar zor aralayabildim gözlerimi. Karşımdaki tekli koltukta beni izliyordu. Ellerimle kanepeden destek alarak kalktım. Sırtımı kanepeye yasladım. Yanıma geldi. Oturduğunda çorba kasesini eline aldı. Soğumuş çorbanın üstünden buharlar çıkmaya başladı. Ateş gücünü kullanmış olmalıydı. Diğer eline kaşığı aldı. Çorbanın içine daldırdığı kaşığı bana uzattı. Kaşlarımı çattım. Öksürdükten sonra konuştum.
"Kendim içebilirim." Ellerime baktı. Bende baktım. Titriyorlardı. Hiç iyi hissetmiyordum. Kaşığı iyice yaklaştırdığında ağzımı açtım. Bir süre bu döngüyü devam ettirdik. Kasedeki çorba bitmeden durmayacağını söylemişti. Kendimi zaten suçlu hissediyordum hala. İnatlaşmayı bırakmıştım bir süre sonra. Son kaşığı da ağzıma soktu. Elindekileri tepsiye bıraktı.
"Biraz daha iyi misin?" Başımı salladım. Yüzüne bakamıyordum. O anlar hala zihnimde dolaşıyordu.
Tehlikelisin.
"Haklısın." Güçsüzdüm. Zihnimdeki sesi güçsüzlüğümden dolayı meydana gelmişti. Arel'i hatırladığımda kafamı ona kaldırdım. Beni göğsüne çekti. Anlamıştı. Saçlarımı okşuyordu. Göğsünde ağlamaya başladım.
"Seninle hala konuşuyor." Ağlarken kafamı salladım. "O hiç bir zaman haklı değil. Senin zayıf anlarından yararlanmaya çalışıyor." Daha sesli ağlamaya başladım.
"Bu sefer haklı. Seni öldürecektim Arel! Tehlikeliyim." Daha da bastırdı göğsüne. Salep kokusu ciğerlerimi ele geçirmişti. Kalp atışları ise kulağımı. Bu hissi çok seviyordum. Beni rahatlatıyordu.
"Ateş en tehlikeli elementtir. Buna sahip olan insanların ilk zamanlardaki öfkesi sevdiklerini öldüresiye kadar geçmez. Ateşin laneti derler buna. Ama sen çok şanslısın. O aşamayı çoktan geçtin." Ağlamam azalmıştı. Kalp atışlarını dinlemeye devam ettim.
"Sen hiç yakarak-" sorumu yarıda kesti.
"Evet." Sesinin derinlerinden gelen acıyı hissettim. Bizzat yaşamış biriydim. Savaşmak çok zordu. O aşamayı atlatsanız bile sonradan ani öfkeyle birilerine zarar verebilirdiniz. Benim Arel'i yakmaya çalıştığım gün gibi. Ateş bütün elementlerden farklıydı. Daha güçlüydü. Öfke onu besler, aynı zamanda da bitirirdi. Tıpkı sizi de bitirdiği gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yasak Cadı
Fantasia"Değersizliğimin bir göstergesidir sonradan kazanılan bu değerler..." Miray' "Nefretle büyütülmüş, güç peşinde koşturulan her çocuğun ruhu tatmalı gerçek sevgiyi." Arel' "Tanışmak bile uzaktandı, sevmeyi yakından beklemek aptallıktı." Uraz' "Bekleme...