⋆Minho, can havliyle arabadan fırladı. Zar zor da olsa değneğini aldı ve sakat bir adam ne kadar hızlı hareket edebilirse o kadar hızlı hareketlerle, olayın yaşandığı konuma doğru koşmaya başladı. Yol üzerinde onu bekleyen Changbin ile karşılaştılar. Changbin onu tuttu.
"Dur Minho." Dedi fısıldayarak. "Böyle körü körüne giremeyiz, bu her şeyi mahveder."
Minho, sadece gözünü yola dikmiş, öylece bakıyordu. Bir süre öyle kaldıktan sonra, Changbin'in yüzüne baktı. Yüzünde derin bir korku vardı. "Changbin..." Dedi nefes nefese. "Ne oldu orada?"
"Bilmiyorum Minho. Gidip göreceğim ama lütfen arabada kal. Ben haber verene kadar bekle sadece, olur mu? Bir şey öğrenir öğrenmez sana haber vereceğim."
Minho çaresizce yolun kenarına, kaldırıma oturdu. Çok çaresiz görünüyordu. Bu hali, onu pek tanımayan Changbin'i bile epey üzmüştü. Yine de aklı Hyunjin'deydi ve oraya gitmek istiyordu. "Lütfen geri dön, ben gidip bakacağım."
Minho hiçbir şey demeden sadece başını sallayınca, Changbin ona güvenerek, olayın yaşandığı yere doğru koşmaya başladı. Sonunda olay yerine vardığında, etrafta kimsenin olmadığını gördü. "Lanet olsun..." Dedi kendi kendine. Hemen telefonunu eline aldı. Hyunjin'in üzerindeki iletişim cihazı aynı zamanda konum da gösterdiği için işini biraz kolaylaştırıyordu. Hyunjin bir sokak arkada, sabit duruyordu. Hemen o yöne doğru koşmaya başladı.
Hyunjin'in konumunun olduğu yer, eski ve terk edilmiş bir depoydu. Changbin önce etrafta kimsenin olmadığından emin olduktan sonra, yavaşça deponun kapısına yaklaştı. Kapıya dayanıp içeriyi dinleyecekti ki, menteşeleri çok eskimiş olan kapı öylece açıldı.
İçerisi karanlıktı. Changbin bir eline silahını öbür eline de telefonunu aldı. Telefonun flaşını açtığında, içeriyi biraz daha iyi görebiliyordu. Eski sandalyelerin ve masaların yığılı olduğu deponun biraz ortalarına doğru ilerlemeye başladı. Soluna döndüğünde, sonunda kanlar içinde yerde yatan Hyunjin'i fark etti. Tedbiri elden bırakmadı ama Hyunjin'i gördüğü anda ona doğru koştu.
Hyunjin baygındı. Changbin, onu biraz daha geriye doğru yatırıp ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kafasına vurulmuştu muhtemelen çünkü başının arkasında açık bir yara vardı ve kanıyor gibi görünüyordu. Bakışlarını biraz daha aşağı çevirdiğinde, sağ bacağındaki kurşun yarasını gördü.
"Hyunjin." Hyunjin'i tutup yavaşça kaldırdı ve nabzına bakarak yaşadığından emin oldu. "Ölümcül bir şeyin yok gibi görünüyor. Hadi Minho delirmeden gidelim..." Hyunjin'i sırtına aldı ve omuzlarından tutunmasını sağladı. Depodan çıkarken bir eliyle zar zor telefonunu eline aldı ve Minho'yu aradı. Minho daha telefon çalmadan hemen açtı.
"Buldun mu? Konumu hareketlendi." Changbin derin bir nefes aldı çünkü konumlarını gördüğüne göre arabaya geçmiş olmalıydı.
"Evet. Bacağından vurmuşlar. Muhtemelen sesini çıkartmasın diye başına da vurup bayıltmışlar. Ölümcül bir şeyi yok, arabaya geliyoruz."
Minho, ne zamandır tuttuğunu bilmediği nefesi bıraktı. Rahatlamıştı. Evde duran ev telefonunu aradı.
Bang Chan, Felix'i bıraktıkları yerden almak için adamları eve bırakmış, sonra yanlarından ayrılmıştı. Jeongin ve Han, adamları bağlamış, uzun süre yetecek kadar uyuşturucu vermiş, tüm işleri halletmişlerdi. Şimdi salonda oturmuş, nefeslerini tutmuş bir halde Minho'dan gelecek telefonu bekliyorlardı. Hiçbir şeyden haberleri yoktu. Telefonun gecikmesinden dolayı yaşanan gerginlik vardı üzerlerinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dark Man & The Sunshine | Hyunlix [Omegaverse] ✓
Fanfiction"Aslında, senin hayatın hakkında hiçbir şey bilmiyorum." "Oysa aynaya baksan, tüm hayatımı görürsün." Hyunjin, Felix'i gördüğü gece intihar etmişti aslında, tüm geçmişini geride bırakarak. Ama öyle boktandı ki geçmişi, kolay kolay kurtulamazdı. Yine...