⋆Felix odadan çıktığında, bitkin bir haldeydi. Üzerindeki eşyaları sökercesine çıkarıp sinirle fırlattıktan sonra, yandaki sandalyelerden birine kendini atmayı başardı. Dışarıda onu bekleyen arkadaşları, hemen etrafına doluştular.
Kimse, hiçbir şey sormadı. Felix'in tek hissettiği şey ona sarılan dostu Han, ve tüm vücudunu kaplayan yanıcı bir batma hissiydi. Yavaş yavaş bilincinin gittiğini, gözlerinin kapandığını, dünyanın ayaklarının altından kaydığını hissetti. Tamamen bayılıp Han'ın kucağına yığıldığında, Han Felix'i sarstı. "Felix, Felix!"
Chan, Felix'in bayıldığını anladığı anda koridorda fırladı. "Doktor yok mu?!"
Felix'in zayıf vücudu, bu kadar acıyı kaldırmaya dayanamıyordu artık. Sevdiği adamın yanına gitmek istiyordu. O ölürse, gerekirse Felix de ölmek istiyordu ya...
Apar topar bir odaya götürdüler Felix'i. Tansiyonu ölçüldü, şekerine bakıldı. Sedyeye yatırıp ayaklarını kaldırdılar. Hemşireler kalabalık yapan dostlarını ittirerek dışarı çıkarttılar. Bir baygınlık yüzünden fazla kargaşa çıkarıyorlardı ya, acıları göz önünde bulundurulduğunda onları anlıyorlardı.
Bu sefer, Felix'in odasının önünde bekliyorlardı. Hepsi ağlıyordu da, Han duvarı yumruklamaya başladı. Chan, zorla da olsa güç bulup Han'ı bileğinden yakaladı. "Dur Han, lütfen dur..." Hıçkırıklarının ardından, zar zor konuşuyordu.
Han, elleri acıdan uyuşana kadar içindeki öfkeyi çıkardı duvarlardan. Ondan güçlü olmasına rağmen, Chan bile onu tutamıyordu. Ya Chan çok güçsüzleşmişti, ya da Han delirmişti.
Chan sonunda Han'ı sakinleştirmeyi başarmıştı ki, koridorun sonunda iki tanıdık yüz gördüler. Changbin ve Seungmin onlara doğru geliyorlardı. Han, yine heyecanlanarak onların yanına koştu. "Ne oldu, bitti mi?"
Changbin, acıyla karışık gülümsedi. "Bitti..."
Han'ın da yüzünde buruk bir gülümseme vardı. "Hyunjin hyung duyduğunda... Çok sevinecek."
Chan da çatık kaşlarla yanlarına yaklaştı. "Minho nerede?"
Seungmin ve Changbin, karmaşık bir ifadeyle birbirlerine baktılar. İkisi de söyleyip söylememe konusunda kararsızdılar. Sonunda Changbin etrafını süzdü. "Felix nerede?"
"İlk biz sorduk." Dedi Han. "Minho hyung nerede?"
"Minho hyung..." Seungmin zorlanıyordu ama söylemek zorundaydı. "Cinayetleri üzerine aldı. Kısa bir süre sonra yargılanacak ama-"
Chan, Seungmin'in lafını bitirmesine izin vermeden fırlayacaktı ki, Changbin onu kolundan tuttu ve durdurdu. "Nereye gidiyorsun amına koyayım?"
"Ben öldürdüm o adamları Changbin, sen de gördün. Neden söylemedin?!"
"Minho hyung öyle olmasını istedi."
"Benim ne istediğimi sormuş m-" Chan bağıracakken, koridordaki kapılardan bir hemşire çıktı.
"Beyefendi, burası bir hastane, lütfen kendinize gelin."
Chan, özür dilemek için başını eğdikten sonra tekrar Changbin'e döndü. Bu sefer sesi daha alçak çıkıyordu. "Bana sormuş mu ne istediğimi?"
"Bırak..." Dedi Han, içinin kan ağladığı çok belliydi. "Ödemesi gereken bir bedel var, bırak istediğini yapsın. En azından vicdanı rahat edecek. Öylece bırakmayız ya onu da, bir şekilde çıkarırız, değil mi?"
Ağlamaklı gözlerle Changbin'e baktı. Changbin, ne diyeceğini bilemiyordu. Eski bir dava değildi, üstünü kapatmak için de çok geçti, nasıl bir yolunu bulacaklarını bilmiyordu. Elbette deneyecekti ama kesin bir şey söyleyip boşa umut vermek ne kadar doğru olacaktı ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dark Man & The Sunshine | Hyunlix [Omegaverse] ✓
Fanfiction"Aslında, senin hayatın hakkında hiçbir şey bilmiyorum." "Oysa aynaya baksan, tüm hayatımı görürsün." Hyunjin, Felix'i gördüğü gece intihar etmişti aslında, tüm geçmişini geride bırakarak. Ama öyle boktandı ki geçmişi, kolay kolay kurtulamazdı. Yine...