5. Bölüm 🍂

13.9K 866 281
                                    

Bölüm Şarkısı: Belkıs Özener ~Gözüm Sende

Yorumlarınızı eksik etmeyiniz, iyi okumalar!

Bölüm 5: Mumun Ucundaki Aşk ve Ateş

2000 ~Geçmişi Mumla Aratan Bir Sonbahar Günü~

"Kalp midir insana sev diyen, yoksa yalnızlık mıdır körükleyen? Sahi nedir sevmek? Bir muma ateş olmak mı, yoksa yanan ateşe dokunmak mı?" demiş Şems-i Tebrizi.

Benim kalbim onu gördüğü ilk gün bana içten içe yalvarmıştı. Sev onu, demişti. Çünkü o seni sevdikçe sen artık kendini sevilmeye değer göreceksin. Sev onu Müjgan, babanın seni sevmediği yaralarından saracak o seni, demişti. Doğru da demişti aslında. Sahiden de beni hiç kimse onun sevdiği gibi sevmemişti. Zaten en çok da bu yüzden zoruma gidiyordu. Beni bu kadar seviyorken ve beni sevgisine bu denli bağımlı etmişken nasıl bizi yıkıp da geçmişti? Onun da canı hiç yanmamış mıydı? İşte bunu düşünüp kendimi kahredip yalnızlığına tutunuyordum. Bu yalnızlıksa acımı kanata kanata özlemimi yüzüme vuruyordu. O sensiz yoluna bakar da sen onsuz nefes bile alamayacak hâle gelirsin diye şeytan her defasında kulağıma fısıldıyordu.

O bir mumsa ben onun ateşi, o bir ateşse ben de yanmaktan gocunmayıp elimi uzatıp kendimi yakan kuldum. Ahmaktım, duygularımın esiriydim de çokça kez ama ilk defa sevdayı ondan tatmışken bir daha hiç kimsenin beni onun gibi sevmeyeceğini biliyordum. Hatta inanır mısınız o bile beni o zamanki gibi sevemezdi. Geçmiş, geçmişte kalmıştı ve her şey yalnızca o döneme özgüydü...

Dalgın gözlerimle ocaktaki yemeğe bakıyordum. Ellerim tezgâha yaslanmış, bedenim hafifçe kamburlaşmıştı. Zaten fazlasıyla dalgın biriyken o geldiğinden beridir çok daha beter bir hâle gelmiştim. Zaman hızla akıyor olsa da ben hâlâ geldiği o ilk günde takılı kalmıştım. Bunun etkisinden ne zaman çıkacaktım inanın ben bile bilmiyordum. Onsuzluğa öyle bir alışmıştım ki onun olduğu bir hayatta el olarak yaşamak nasıl olunurdu anlam veremiyordum. Umuyordum ki elbet bir gün ben de bu sürece alışacaktım. Onun yokluğuna alışmış insandım, varlığına alışmam da çok zamanımızı almazdı zannımca.

Kendime kadar hazırladığım patates kızartmasını masaya koyup bir ince belli bardak da çay koydum. Hafta sonu olduğundan annem terzide normalden de yoğun olup erken gidiyordu. Ben de bazenleri ona eşlik ediyor, bazenleriyse eve kendimi kapatıyordum. Günyüzü bile haramdı sanki bana. Hele ki artık o varken kapının ucuna burnumu bile çıkarmak gelmiyordu içimden.

Radyodan çıkan, mutfakta süzülüp bana ulaşan türküyü iç çeke çeke dinliyordum. Hatta bazenleri dayanamıyor elimdeki çayı bırakıp eşlik ettiğim bile oluyordu. Sonra aklıma onunla olan hatırlarım yine düşüveriyordu. Çünkü şu an yaptığım ne varsa ucu ona dokunuyordu. Beni bu ince belli bardaktan çay içmeye bile o alıştırmıştı. Birlikte radyodan çıkan şarkıları dinler ve birbirimize adardık o şarkıları. Bazenleri birbirimiz için kaset doldururduk. Hatta inatla ne olduğunu söylemez ve ne zaman dinlersek o zaman öğrenirdik. Her kasedin bir anlamı, bir adı olurdu. O gün bana bir şarkıdan bahsettiğinde o vakit ruh halini de anlamış olurdum. Bazen acılarımızı söylemediğimiz zamanlar olurdu ve o vakitler söylediğimiz şarkıyla karşı taraf anlasın isterdik. Bunca hatıra varken ben nasıl bir yudum çayda boğulmazdım ki. Attığım her adımın sonu oydu ve ben ona takılıp sonra yine ona düşüyordum işte...

İçli bir soluk içime çekip bitiremediğim çayı masaya geri bıraktım. Öyle yarım kalmışlık vardı ki içimde bu duruma artık bir isim bile veremiyordum. Öyle bir yarımlık, öyle bir yapayalnızlık... Herkes var, kalabalık ise bir yığın ama o yokken kalabalığın da bir ömrü yokmuş işte.

Ankara'da Aşık Olmak Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin