Bölüm Şarkısı: Müslüm Gürses ~ Seni Yazdım
Yorumlarınızı eksik etmeyiniz, iyi okumalar!
Bölüm 39: Korkular Sözleri Doğurur
Düşünüyordum.
Şu döneme gelene kadar tek bir şey yerinden oynasaydı o vakit başımıza ne iş gelirdi diye?
Ertuğrul'un cezaevine girdiği döneme kadar ki her şey onun sorumluluğundaydı, benim ise mani olamayacağım bir ahvaldi. O andan itibaren benim seçimlerim bizim hikâyemize yön verecek yegâne unsurdu. Önümde o vakitler yalnızca iki seçenek vardı. Ya Ertuğrul'u unutup bir şekilde yoluma bakacaktım ya da o çıkıncaya dek bir ümit onu bekleyecektim. Onsuz bir evrende nefes almak bile bana haramken bu yol benim seçeneklerim arasına girmemişti bile. Bu yüzdendir ki çaresizce yolunu gözlemiştim.
Ta ki o, yoluma taş koyana kadar...
O zamanlar buna çok kızmıştım, anlam dahi yükleyememiştim. Cezaevinde bana gelme dediğinde değil, başkasıyla adı anılınca ondan geçmek zorunda kalmıştım. Geriye dönsem yine öfkeli ve kırgın olurdum ama şimdi anlayabiliyordum. Zaten ben yapım gereği hep anlayışlı olan taraf olmuştum. Elbette ki aptal değildim ama ortada sebepler silsilesi varken gözlerimi yumup yoluma devam edemezdim. Zira benim yolum ondan ibaretti. Benim yolum bizzat oydu.
Sonra bir gün ansızın çıkıp gelivermişti. Kanlı canlı, dimdik karşımda duruyordu. Ben o gün bile sağ kaldıysam üzerime dağ yıkılsa yine yıkılmazdım. Bir yanım ağlamak, diğer yanımsa yok sayıp gitme ihtiyacıyla dolmuştu. Fakat işte o an ondan geçememiştim. Nasıl geçebilirdim ki o benimle böyle konuşurken? Zaten her şey de o günden sonra başlamıştı.
Konuşmak istemiyor, göz göze gelmek istemiyor, artık onunla anılarımızı bile paylaşmak istemiyordum ama koskoca bir geçmiş bağrımızda ateş tüttürüyordu. Orayı kapatmaya çalışsak işte o vakit cayır cayır yanmak kaçınılmaz olurdu.
Bir de bilirsiniz işte neyden kaçmak isterseniz o sizi bulurdu. Kocaman bir şehir ama küçücük bir mahalleydi bizi içine hapseden bu yer. Kaçmak istedikçe birbirimizin kuyusuna düşüyorduk. Kaş çatmak, öfkeyle konuşmak o an kolay gibi görünse de yıllar evvel göğsünde aşkın ateşini yakan adama öyle davranmak hiç kolay olmamıştı. Bu yüzdendir ki beklenmedik anlar da bazen konuşuyor bazen de kavgalar ediyorduk. Çünkü o ateş yanarken içimiz soğumuyordu.
Aşık olan iki bedenin birbirine çekiliyor olması da kaçınılmazdı. Öfke sonsuza dek sürmezdi, sürmesini bekleyemezdik de. İçimiz soğumadıkça ve bir şeyler yerine oturdukça içimiz de birbirine tekrardan ısınmaya başlamıştı. Ve ardından gelen itiraflarla da artık ortadaki sorunu yok etme vakti gelmişti.
Evren şahitti ki bu süreç de kolay olmamıştı. Nasıl olabilirdi ki? İçinde bir çağ yangını vardı, dinmezdi, dinemezdi. Yola çıktıkları yolda kalmış, kardeş bildikleri bir kulun yaşamak istemeyeceği şeyleri yaşamıştı. Kendi yaşadıklarını ise artık düşünmek bile istemiyordum. Yankısı bir ömür sürecek acılara ve çığlıklar ev sahipliği etmişti onun iri bedeni. Ben de ömrünün ortakçısı olarak bunu her bedenine baktığımda görecek ve hissedecek kadar bağlıydım ona...
Fakat bakın işte! Bakın onca acıya ve yaşanmışlığa rağmen birbirimizin kaderine yazıldıysak kavuşmak da nasip oluyordu. Ben yârime kavuşmuştum, ben hikâyemi onunla kavuştuğum gün tamamlamıştım, şimdi ikimizin hikâyesi yazılıyordu.
O mutfakta bir şeyler hazırlarken ben de uzandığım kanepede pikaptan duyulan ve odayı dolduran, duvarlara işlenen şarkıyı dinliyordum. Kafamı geriye yaslamış gözlerimi de gayri ihtiyari yummuştum. Tam o esnada Müslüm Gürses'in sesine Ertuğrul'un sesi eşlik etmeye başlamıştı mutfaktan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ankara'da Aşık Olmak
RomanceDoksanlı yıllarına heba olmuş bir aşkın öyküsüydü onlar. Davasına ve sevdasına düşkün olan adamın, sevdasından vazgeçmek zorunda kalışıydı... "Bana bir gün, ne davamdan ne yârimden geçerim, demiştin. Sen davana sadık kaldın da yârine sırtını döndün...