Bölüm Şarkısı: Neşet Ertaş ~Hapishanelere Güneş Doğmuyor
Kibariye~ Lafı mı Olur?Yorumlarınızı eksik etmeyiniz, iyi okumalar!
Bölüm 10: Hapishanelere Güneş Doğmuyor
2000 ~Şarkıların Hüznüne Gizlenmiş Bir Sonbahar~
Esen rüzgârın mı uğultusu beni bulunduğum yerden soyutlamıştı yoksa mahallenin gürültüsü mü bilmiyordum. Kafam çok uzun süredir bulanıktı. Yaşıyordum, her şeye rağmen inatla delirmemiştim, serumlarla ayakta durduğum günler son bulmuştu ama ben hâlâ o ilk günkü acının içinde biçare boğuluyordum. Kurtulmam için ne olması gerekiyordu? Mesela gitmeli miydim buralardan? Ya da kendimi eve mi kapatmalıydım onu görmemek ve acı çekmemek için? Ecel mi almalıydı beni? Ne olmalıydı da bu bitmek tükenmek bilmeyen acı yerini huzura bırakmalıydı? Onunla mahşerde bile kavuşmayı düşlemeyen ben, onsuz burada huzurlu bir soluk ne zaman almaya başlayacaktım?
Haftalardır okula gidiyor ve sakince geliyordum. Bazı pazar günleri çocuklarla eğlencelerimize devam ediyorduk. Onun dışında pek de evden çıkmamaya çalışıyordum. Onu görmek bana zarar veriyordu. İşin acı kısmı o benden de beter oluyordu. Sümeyye'nin anlattıklarıyla nişanlılık olayı bir mantığa otursa da inanır mısınız artık o bile bir şey ifade etmiyordu benim gözümde? Ne olmuş olursa olsun o vazgeçmişliği yok sayıp kendimi onun kollarına bırakamazdım. Zaten onun da öyle bir beklentisi yoktu göründüğü üzere.
Parayı verdikten sonra poşetleri ellerime doldurup manavdan çıkmıştım. Bu haftanın pazarını kaçırmış ve sabahın erken vaktinde manava gelmiştim. Öğleden sonra Ertuğrul için bir eğlence düzenleyeceklerdi yine kahvehanede. Sırf onunla denk düşmemek için ben de işimi erken vakitte yapmaya karar vermiştim. Görmediğim vakitlerde de aklımın kıyılarında gezinse de en azından görmüyorum diye avunacak hâle gelmiştim. Eh, hayat tepene kayaları düşürdüğü için bir yerden sonra küçücük bir çakıl taşıyla bile avunacak hâle getiriyordu insanı.
"Yardım edeyim." Ardımdan gelen sesle ayaklarım durmuş ve don kesmiştim. Oysaki ben o gittiğinden beridir zaten hiç ısınamamıştım ki... Düşen omuzlarımı dik konuma getirip çenemi de hafifçe havalandırarak ona döndüm. "Lüzum yok, kalsın." dedim soğuk mavilerimle ona bakıp bir o kadar soğuk bir ses tonuyla konuşarak.
"Elindekiler fazla ve ağır, eve kadar taşıman sana eziyet." dedi benim aksime uysal bir ses tonuyla. "Dediğin gibi eziyetse bana eziyet, sana değil. Ben tam yedi yıldır bunlardan daha büyük yükleri de taşıyorum." O benim serseri Ertuğrul'umken bir kez olsun poşet taşımama izin vermezdi. Sanki bunun için nöbet tutuyormuş gibi ne zaman elimde bir şey görse koşa koşa gelir ve elimden alır, bana da eve kadar eşlik ederdi. Onunla iki kişilik bir hayata bu yüzden öyle çok alışmıştım ki en çok da bu yüzden o gidince bodozlamıştım.
"Elimde olmayan bir durum için ne dememi bekliyorsun?" Doğru söylüyordu. O da o kavganın sonucunun buna vesile olacağını bilemezdi. Zaten kim yedi yıl hapiste kalacağını bile bile bu yola girerdi ki? "Neyse ne! Elinden bir şey gelmediği mevzulara ses etmemi istemiyorsan elinden geldiği hâlde beni bu duruma düşürme o zaman." Ne demek istediğimi anlamaz gözlerle bakıyordu kara gözleri bana.
"Ben seni ne duruma düşüyormuşum?" Sesine ufaktan bir öfke kırıntıları düşmeye başlamıştı. Aradaki mesafeyi hızla kapatıp karşısında yerimi öfkeyle aldım. "O nişanlılık durumunun altında her ne yatıyorsa yatsın dışarıya karşı beni ne durumda bıraktığının farkında mısın sen? Yalan veya gerçek herkes sizi nişanlı zannediyorken benim seninle böyle karşılıklı konuşmam bile elalem için ne anlama geliyor bilmiyor musun? Sen ki zamanında bakışın bana değse elalem bana bir şey der diye tetikle beklerken şimdi ne güzel de ortaya atıyorsun beni! Anneme olan nefretlerinden beni de potansiyel ara bozucu ya da metres gibi görürlerken senin de bana yakışırdığın sıfat bu mu? Seni geçtim, ben kendimi nasıl kötü hissederim bu durumda bilmiyor musun?" Etrafta birilerinin olmadığının rahatlığıyla öfkeyle soluyordum ve hıncımı bir şekilde ondan çıkarıyordum. Başlarda onunla tartışırsam Akasya'ya haksızlık ederim diye düşünüyordum ama bu noktada artık derdimi ona haykırmak istiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ankara'da Aşık Olmak
RomanceDoksanlı yıllarına heba olmuş bir aşkın öyküsüydü onlar. Davasına ve sevdasına düşkün olan adamın, sevdasından vazgeçmek zorunda kalışıydı... "Bana bir gün, ne davamdan ne yârimden geçerim, demiştin. Sen davana sadık kaldın da yârine sırtını döndün...