24. Bölüm 🍂

5.8K 434 184
                                    

Bölüm Şarkıları: İlhan İrem ~Anlasana
Selda Bağcan ~Gesi Bağları

Yorumlarınızı eksik etmeyiniz, iyi okumalar!

Bölüm 24: Yağmurun Altında Kimsesiz Kalan Yürek

2001 ~İlkbaharın İlk Günleri~

Bir adam düşünün, bu adam öyle biriydi ki hem gözyaşım hem mutluluğum. Bana Türkü Gözlüm derdi fakat benim türküm oydu. Hüzünlerim de sevinçlerim de onda gizliydi. Bir ömür uğruna ağlayıp nakarata girdi mi gönlümü hızlandırandı. Bir Neşet Ertaş türküsüydü Ertuğrul. Gözleri anlam yüklü, düşününce uğrunda ağlatan ama sazı ele bir aldı mı kendini oyun havasının içinde buldurandı. Gönlümün hep aradığı, neredesin sen diye yakarttığı, yazımı kışa çevireni ve doyamadığımdı. Ertuğrul'du işte, kalıplara sığmayanım...

Ankara'nın kırgın ayazı hâlâ yüzüme çarpsa da artık bahar geldiği için mutluydum. Mart ayında olmak baharın müjdecisi olsa da havaların hemen ısınacağı anlamına gelmiyordu. Tepede güneş bize göz kırparken yüzümüze çarpan rüzgârla da hâlâ kışın soğukluğunu hissediyorduk. Öyle ki montlarımız bile üzerimizdeydi. Mart bitiminde anca havaya düzelmeye başlardı, İzmir'in kızı olarak alışmıştım buna da.

Hızlı hızlı adımlarla okuldan çıkmış Ertuğrul'un yanına gidiyordum. Bugün terapisi olmadığı için çoktan meyhaneye gitmişti. Aklımdan onu geçirdiğimi bilir gibi cebimdeki telefon çalınca gülümseyerek çıkarmış ve adına bakmıştım. Telefonu alalı daha bir hafta oluyordu. Onun için tehlikeli bir madde gibiydi yeni çıkmış teknolojik aletler. İçeride geçen yedi yıl, onu hayatın akışından çok geriye itmişti. Alma gibi niyeti olmasa da ona ulaşamadığım zamanlarda çok korktuğumu söyleyince el mahkûm razı gelmişti. Terapiden sonra bazı zamanlar normalden de geçe kaldığı oluyordu. Derin konulara giriş yapıldığını yorgun hâllerinden anlıyordum. Gözlerinin akı kıpkırmızı oluyor, terapiden çıktıktan sonra saatlerce ortadan kaybolurdu. Ne anlattığını bana anlatmıyordu, ben de zorlamıyordum. İkimizin de tek isteği o günleri ardımızda bırakmaktı. Sadece ondan haber alamamak korkuttuğu için telefona ikna etmiştim ve ne zaman geç gelecek olsa haber edip içimi rahatlatıyordu.

"Alo?" diye istemsizce incelenen sesimle açmıştım telefonu. "Açıldı değil mi telefon, sesim geliyor mu?" Bu heyecanlı ve telefona karşı bir o kadar da çaresiz ses tonu ufaktan kıkırdamama sebep olmuştu. "Geliyor geliyor, rahat ol. Sen neden aradın beni?" Ses tonum fazlasıyla keyifli çıkıyordu. "Heh, ben mi? Öyle bir sesini duyayım istedim be yavrum." İçi gidercesine konuşunca yüzümü kocaman bir gülümseme kapladı.

"Ee, yanına geliyorum ya zaten?" dedim sanki bu durumdan memnun değilmişim, anlamsız buluyormuşum gibi. İstemem yan cebime koy! "Yanıma gelmen sesini önceden duymayacağım anlamına gelmiyor Müjgan, özledim kızım seni!" Büyük gülüşüm küçülmüş ve daha içten bir hâl almıştı.

"Sen özlemiyor musun beni?" Sessizlik onun sorusuyla dağılmıştı. "Ay ne özleyeceğim be seni, dibimden ayrıldığın mı var?" Bilerek böyle davranıyordum, o da zaten bunun farkındaydı. "Müjgan!" Küçük çocuk gibi trip atarcasına bir ses tonuna sahipti şu an. Gülmemek için elimi dudaklarımın üstüne örttüm. "Ne olmuş Müjgan'a?" dedim gülmemi engelleyemeyerek.

"Bu özlemsizlik durumu tansiyonumu düşürüyor, galiba ölüyorum." Sesini hasta ve yaşlı gibi çıkarınca en sonunda dayanamayıp büyük bir kahkaha attım. "Sana yirmi dokuz yaşında diyenler durup bir daha düşünsün, üç yaşındasın!" Tek nefeslik gülüşü duyuldu. "Üç yaşında olsam da beni sevmez miydin?" Erkeksi bir tavırla konuşmasına rağmen sorduğu soruyla ufacık bir çocuktu gözümde.

Ankara'da Aşık Olmak Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin