22. Bölüm 🍂

7.3K 540 231
                                    

Bölüm Şarkısı: İki Keklik (Enstrümantal versiyon)

Yorumlarınızı eksik etmeyiniz, iyi okumalar!

Bölüm 22: Aşk Makamı

2001 ~Anne Yüreğinin Sese Geldiği Bir Kış Günü~

Ertuğrul'dan...

Aşkın bir mertebesi varsa ve her aşık bir gün o makama ulaştığında ben zannımca yere çakılan olacaktım.

Fakat ben sahiden de çok sevmiştim. Öyle çok sevmiştim ki bu aşkla bazen baş edememiştim bile. Sevda bir insanı deli eder miydi? Beni etmişti. Müjgan yalnızca kalbimden ibaret değildi, damarlarımda süzülen bir kan veyahut ruhumun derinliklerine sızmış başka bir ruhtu. Beni aşmış, beni benden almış, beni bana düğüm etmişti. O, baştan sona ben olmuştu. Öyle ki onu gömseler göçmezdi bu dünyadan; çünkü en başından beridir benim bedenimde, ruhumda yaşıyordu.

Lakin bazen sevgi de yetmiyormuş. Sevgiden geberecek hâle gelsen de, uğurunda ölecek olsan da günün sonunda onun canını yakan yine sensen çok sevmiş olman neye yarardı ki? Ben Müjgan'ı üzmekle kalmamış, tarumar etmiştim. Gözünden akan tek yaşa ölecek olan ben, onun gözlerinden akan yaşla denizleri doldurmuştum. Sanmayın ki ben yaşadım. Yaşarken ölüm neymiş onu bıraktığım vakit öğrenmiştim ben...

Her şeye rağmen Müjgan esaslı bir kadındı. Hiç kimse de Müjgan'ım gibi olamazdı. Kimse beklemez, kimse onu yarı yolda bırakan adama sevda beslemez, yolunu gözlemezdi. Ne garip, oysaki ben kendimi yolda kanlar içinde bırakırdım da onu hiçbir zaman yarı yolda bırakmam zannediyordum. Ama dostlar, hayat böyledir bilir misiniz? Hani derler ya, büyük lokma ye büyük söz söyleme, diye heh, tam olarak bunu yaşatmıştı hayat bana.

Onun, beni sevdiğini öğrendiğimde ve sevgili olduğumuz o dönemlerde ufacık bir oğlan çocuğu gibiydim. O yirmilik delikanlı, Müjgan'a hep çok büyük sözler etmişti. Yanında olacağım demiştim, nereye gidersen git ben hep orada olacağım, düştüğünde birlikte kalacağız... Müjgan en çok da benim yüzümden yere çakılmış ve o yerde de kalmıştı. Tutamamıştım ellerinden, kaldıramamıştım onu ayağa. O vakit bu eller bir işe yaramıyorsa neden var diye düşünmüştüm bile. Vura vura parçalara ayırmış, o kanlı ellerin ardından fotoğrafına kaç gece sarılmıştım.

Hatalı olduğunu bilmenin kabullenişi ise en zoruydu. O kız bana yalvarmıştı bulaşma dava işlerine diye. Ne de toydum o vakitler. Ne olacak demiştim, en fazla ne olabilir ki? Oysaki biliyordum da başıma gelebilecek olan şeyleri. Davam demiştim, sevdam demiştim ama sevdamı ardımda bırakmış, davam da beni yakmıştı. Ne kalmıştı elimde, neyim vardı?

Girdiğim ilk sene akıl sağlığımı yitirecek hâle gelmiştim. Yanımda, ellerimin arasında kaç kişi ölmüştü sayamaz hâle gelmiştim. İçeride katiller vardı ayrı bir dert, gardiyanların nefreti ayrı bir dertti ve ben her zaman yaşımdan büyük hissetsem de daha o vakitler yirmi ikisinde bir gençtim. Kimisinin yuva kurduğu, kimisinin okuduğu, kimisinin mesleğe atıldığı, kimisinin askere gittiği bir yaştı. Benimse hayallerim vardı, sevdiğim ve ailem... Sonra ben o hayalleri alıp poşete koymuş ve çöpe atmıştım. Mahşere de kaldı diyemiyordum, öyle hayallerde kalmıştı işte.

Yetmezmiş gibi o aptal kafayla çözümler üretmeye çalışmıştım. Müjgan daha fazla ağlamasın istemiştim. Benim kıskançlıktan kalbim çatlasın ama onun gözünde artık yaş kalmasın istemiştim sadece. Ben ki yanından erkek yürüyüp geçse kıskançlıktan kalbi tekleyen birisiydim. Ama işte konu Müjgan'dı. Müjgan'ım... Özüm... İşte konu oysa ben de akan sular dururdu. Bir ağlar, iki ağlar, hatta üç ağlar ama bu adama daha da gözyaşım değmez deyip iyi olur sanmıştım. Meğer ne aptalmışım ben! Ulan Müjgan'dı o, hiç mi tanımamıştım sevdalımı ben? Tanıyordum tanımasına ama aklım da yerinde miydi? Onun gururu çok üstündü ama benim sevdam gururundan da öteymiş bu sayede daha da iyi anlamıştım.

Ankara'da Aşık Olmak Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin