16. Bölüm 🍂

8.7K 651 351
                                    

Yorumlarınızı eksik etmeyiniz, iyi okumalar!

Bölüm 16: Doksan Üç Lanetiyle Geldi

2001 ~Kış Günü Hüznü~

Yazardan...

Ben aşk nedir bilmem, eski kafalıyım. Bir seni bilirim... Bir de adın geçince sıkışan kalbimi, demiş Attillâ İlhan. Tıpkı karlı bir kış gününde yalnızca sarıp sarmalanmaktan maviş gözlerinin görüldüğü Müjgan'ın evine giderken ki görüntüsünü görüp, kalbini yumruk olmuş eline hapseden Ertuğrul'un yaşadığı bu hislerin kelimelere dökülmesi gibi...

Onu yıllarca görmemiş, sesinin tınısını bile unutmaya yüz tutmuşken yine de bir hatıra veyahut adının geçmesi bile kalbini sıkı sıkıya tutmasına sebep oluyordu. Bir yandan sızım sızım sızlıyor bir yandan da aşkından yerine sığamaz gibi hevesle çarpıyordu bu gariban kalbi.

Hatta Mevlana, Ertuğrul'un ölüme yakın, mezarı bekleyen kalbi için sanki şu sözleri söylemişti: "Dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.
Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur?" Bu sözlerin bir diğer sahibi ise Müjgan'dı. Ertuğrul'u gördüğü gün haykırdığı sözlerin bugünkü karşılığını Ertuğrul anbean yaşıyordu. Onlar bir elmanın iki yarısı değil, kendisiydi. Birlikte bir tam etmiyorlardı, ortada bir yarım varsa o yarım bile yalnızca onlardan oluşuyordu. Bu yüzden acıları da eksik ya da fazla demeden aynı seviyede yaşıyorlardı.

Meyhanenin penceresinin önünden eve girişini izlerken bu defa gözleri Müjgan'ın arkasından bakan bir başka göze takılmıştı. Dikkatle ve bir o kadar da ilgiyle bakıyordu Kenan'ın gözleri. Yüzünde hafiften bir tebessüm vardı yapacaklarının heyecanıyla. O da karşılık bulamayacağının elbette ki farkındaydı ama günün sonunda pişman olmamak ve keşke dememek için büyük bir adım atacaktı. Belki bu yaptığının dönüşü olmayacak ve hatta bir daha yan yana bile gelemeyeceklerdi ama bunu yapmazsa ömrü boyunca pişman olacağını biliyordu. Bir gün bu dünyadan göçüp gittiğinde pişmanlık duyacağı, keşke diyeceği bir şey yaşanmasın istiyordu.

Üzerinde gezinen kara gözlerden habersiz meyhanenin karşı çaprazında kalan kuyumcuya girmişti. Kabul görüp görmemesini umursamadan ona yakışacak en güzel yüzüğü bir hevesle arıyordu. Aslında olacaklardan ve alacağı cevaptan emindi ama yine de kabul görecekmiş gibi heves etmeden duramıyordu.

Müjgan, nasıl yıllarını Ertuğrul'a adadıysa Kenan da Müjgan'a adamıştı. Fakat seviyor diye de o sınırını asla aşmamıştı. Çünkü o vakit ağlanacak bir omuz olarak onu gören ve art niyetsiz yanında duran Müjgan'a en büyük haksızlığı ederdi. Acıdan kavrulan, nefes almanın bile ne zor olduğunu iliklerine kadar hisseden o kıza bu haksızlığı yapmayı bir an olsun düşünmemişti bile. Ertuğrul ömrü boyunca cezaevinden çıkmasa aynı şekilde Kenan da bekler ve bir adım atmazdı Müjgan'a karşı. Çünkü hiçbir zaman derdi, Ertuğrul'un yokluğunu fırsat bilip bunu değerlendirmek olmamıştı. Rekabet ettiği kişi karşısında bile yokken kançıkça oyunlar çevirmeyi kendine hiçbir zaman yakıştıramamıştı.

Fakat bu sevdada onun da bir hakkı vardı. Ertuğrul dışarı çıkmışken ve ortada birinin yokluğundan yararlanma durumu yokken açıkça aşkını bir kez daha itiraf etmek istiyordu. Kabul etsin ya da etmesin evlilik teklifinde bulunmak istiyordu. Onlar gençliğinin baharında tanışmış o insanlar değildi. Yirmi yedisinde hatta kısa bir süre sonra yirmi sekizine girecek iki insandı ve günümüz şartlarıyla flört edecek o durumu çoktan geçmişlerdi. Eğer ki onu reddederse açılmamak üzere bu sevdayı gönlünün dibine iteleyecek, hatta gerekiyorsa hayatından bile çıkacaktı. Bu düşüncesinin tam tersi olarak da onunla olmak isterse de dünyaları önüne serecek, dillere destan bir düğün yapacaktı. Yeter ki işin sonuna gelebilselerdi, tek derdi buydu. Yıllarca bu belirsizliğin içinde yaşamaktan çok yorulmuştu ve bir cevaba ihtiyacı vardı.

Ankara'da Aşık Olmak Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin