16. Bölüm

1.2K 109 87
                                    

Tao'nun güçsüz çıkan sesini duymuştum.

"Lanet olsun çık oradan. Orası annemin odası!"

O an ağlıyor olmasaydı beni kandırdığını düşünebilirdim. Aslında ağlaması bile gerçek olmayabilirdi. Ama annesini özlemiş bir çocuk olarak kalbim ona inanmayı seçti. Yavaşça kapıyı açtım. Kıpkırmızı gözlerle karşılaşmayı bekliyordum. Ama masum bir çocuk gibi duvarın köşesine sinmiş Tao ile karşılaştım. Onun yerinde başkası olsaydı koşar sarılırdım. Çünkü ben eskiden bir insandım. İyi bir insan..

"Ne o Tao? Ağlıyor musun?" diye sordum.

"Bir daha o odaya girersen seni gerçekten öldürürüm." dedi. Bunu söylerken bile gözlerinde öfke yoktu. Acı çektiğini görebiliyordum. Ama o lanet bir pislikti.

Yanından geçip aşağı indim. Oturma odasındaki büyük mindere yerleşip gözlerimi kapattım. Önce odanın kapısını kapadığını sonra da merdivenlerden gelen sesi duydum. Yakınıma gelip koltuğa yerleşti.

"Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu.

"Ne söylememi bekliyorsun Tao. Özür dilerim mi?" dedim.

"Hayır.. Sadece.." dedi ve derin bir nefes aldı. Tao'yu ilk kez bu kadar sakin görüyordum.

"Seninle dalga geçmeyeceğim Tao. Eğer bunu bekliyorsan.. Ben senin kadar acımasız değilim." dedim. Gerçekten de değildim. O pisliğin tekiydi. Ama ben öyle olmayacaktım.

"Neredeyse onu öldürüyordun." dediğinde kapalı tuttuğum gözlerimi açtım.

"Bu senin yüzünden Tao. Sen tüm hayatımı elimden aldın. Beni kendin gibi bir canavara dönüştürdün. Ona olan sevgimle elbet dururdum. Ama biliyor musun? Ne olursa olsun senin gibi acımasız bir canavara dönüşmeyeceğim." dedim.

Kararlıydım! Öyle bir pisliğe dönüşmeye başlarsam kendimi öldürecektim. Asla onun gibi olmayacaktım.

"Biliyor musun Sehun ben aslında böyle biri değilim. Sadece canım yanıyor. Beni bu hayatta seven tek kişi annemdi." dedi. Gerçekten bana o kadar acı çektirmeseydi onun bu haline üzülebilirdim. Belki de o sadece acı çektiği için etrafa saldırıyordu. Ama benden götürdükleri ona olan nefretimi her saniye artırıyordu. Karşımda ölse bile bunu zevkle izleyebilecek haldeydim.

"Abin seni seviyor Tao. Bunu bile göremeyecek kadar büyük bir pisliksin." dedim.

"Lanet olsun! Abim!" dedi. Telaşla ayağa kalkıp sağa sola yürümeye başladı.

"Ne o abinden mi korkuyorsun şuan yoksa?" diye sordum. Onu bulup kulağını çekmesinden korktuğunu düşünüp güldüm.

"Sanırım ben ona zarar verdim." dedi.

"Neee?!" diye bağırdım.

"O beni tutuyordu. Ben.. Sadece... Çok öfkeliydim ve..."

"Ona ne yaptın Tao? Gerçekten bu kadar aşağılık olamazsın! O senin abin!" diye bağırdım. Donmuş gibiydi. Sarsıyordum ama boşluğa bakıyordu.

Çekeleyerek o evden çıkardım. Arabaya binmesi için zorladım. Öylece bakıyordu yola. Hemen direksiyona geçtim. Bir yandan söyleniyordum.

"Lanet olsun pislik! Şuan sana yardım ediyorum! Konuşmayacak mısın? Tao bana cevap ver! Abine ne yaptın?"

Onlarca cümle kurmuştum ama sesi çıkmıyordu.

"DUR!" diye bağırdı.

Aniden frene bastım. Tam bir gerizekalı olduğunu söylemekten bile bıktım.

"Ne bağırıyorsun beyinsiz!" dedim. Arabadan çıkıp kapımı açtı. Beni zorla dışarı çıkarıp direksiyona oturdu. Beni bırakıp gidecek gibi görünüyordu. Etraf sadece ağaçlarla kaplıydı. Rüzgar sesi içimi ürpertiyordu. Ben öylece etrafı incelerken bağırdı.

"Binsene salak!"

Hemen koşup yan tarafa oturdum.

"Ben seni kaçırıyorum, sen gidip beni eve götürmeye kalkıyorsun. Oyun oynamıyoruz Sehun!" dedi. Normale göre sakindi sesi. Ama kelimeleri vurgulayışından ciddiyetini anlayabiliyordum.

"Sende bir katil soğuk kanlılığı var Tao. Gerçekten canavar olmak için doğmuşsun. Sen abine bir şey yaptın ve bunu söylemiyorsun. Onun için dönmeye kalkıyorum ama hala benimle uğraşıyorsun. Senin kölenim Tao. Bileklerimde görünmez bir kelepçe var. Onların anahtarını ise o şırıngayla damarlarıma gönderdin. Daha ne istiyorsun?"

Beni dinlerken sessizdi. Hatta yol bitene kadar konuşmadı. O lanet olasıca eve tekrar geldiğimizde derin bir nefes aldım. Kapıdayken ayaklarım geri gidiyordu sanki.

İçeri girdiğimizde bağırdı.

"Abi?"

Kimseden cevap gelmeyince içeri doğru yürüdük. Tao'nun adımları yavaşlayınca korkum artmıştı. Durup bana baktı.

"Sen bakar mısın?" diye sordu. Hemen yanından geçip odaya girdim.

Yerde ve duvarda kan vardı. Sanki sıçramış gibiydi. Paniğe kapılıp Tao'nun yanına döndüm.

"Ona ne yaptın Tao? Her yer kan içinde?" diye sordum panikle.

"O.. O iyi mi?" dediğinde yüzü bembeyazdı.

"Odada yok ki." dedim.

Sonra da evi aradık. Hiç bir yerde yoktu. Tao yere oturup bacaklarını kendine çekti. Ne halde olursa olsun hiç bir şey pislik olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

"Yürüyüp gidebildiğine göre..." dedi ve durdu. Bana bakarak tekrar konuştu.

"Bu iyi olduğu anlamına gelir değil mi?"

Allak bullak olmuştum. Ama telefon sesiyle daha fazla dağılacağımı bilemiyordum. Tao'nun masada duran telefonu çalıyordu. Göz göze geldik. Hemen ayağa kalkıp uzandı. Ekrana bakıp tekrar masaya fırlattı. Uzanıp baktığımda Jong In'in adını gördüm. Gözlerim büyümüştü.

"Açmayacak mısın?" diye sordum.

"Sence?" dedi. Ama açmak zorundaymışız gibi hissediyordum. Hemen telefonu elime aldım. Cevapladığım an hoparlörü de açtım.

"Tao?? Tao sen misin? Cevap ver."

Sesi telaşlı geliyordu. Benim için aradığını düşündüğünden Tao umursamıyordu.

"Sehun için bir daha arama Jong In!" diye konuştu öfkeyle.

Jong In'den gelen cevapla ikimiz de şok olmuştuk. Tao'dan nefret ediyor olabilirdim. Ama abisi gerçekten iyi biriydi. Jong In konuştuğunda kalbimdeki ağırlık artmıştı.

"Abin.. O öldü Tao.." 

Dönüşüm ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin