25. Bölüm

1K 105 30
                                    

Tao'nun son söylediklerini duymamış gibi yapmaya karar vermiştim. Bana saldıran bir pislik onu sevmemi istiyordu. Bu midemi bulandırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Acı çektiği için iyi davranma dürtülerimi bastıran ise bana saldırdığı anlar oluyordu.

"Okula gitmek istemiyorum Tao. Eğer gideceksen bile ben evde kalacağım." dedim.

"Seni yalnız bırakamam Sehun. Tamam okula gitmeyelim." dedi

"Sana söylemiştim Tao. Bileklerimde görünmez bir kelepçe olduğunu söylemiştim. Üstelik o kelepçelerin anahtarını damarlarıma yolladığını da söylemiştim. Buradan gidemem korkma. Ben senin kölenim!" dedim.

Aniden olduğu yere oturdu. Tanıdığım Tao bana cevap verirdi. Hatta öylece bir cümle kurmakla kalmaz üzerime saldırırdı. Canımı yakmadan odadan asla çıkmazdı.

"Sadece iyi olmak istiyorum tamam mı? Lanet olasıca tavırların bana sürekli engel oluyor. Sana karşı iyi olmaya çalışıyorum Sehun." diyerek elleriyle yüzünü kapattı.

"Beni öldürdün Tao. Artık ne yaparsan yap işe yaramayacak." dedim.

"Biliyorum Sehun. Beni affetmeyeceğini biliyorum. Pişmanım görmüyor musun? Abimi öldürdüm ben. Kimse bana acı çekip çekmediğimi sormayacak mı?"

Konuşurken sesi fısıltı gibi çıkıyordu. Fazlasıyla güçsüz görünüyordu ve zayıf kalbim buna dayanmıyordu. Ona söyleyecek yüzlerce cümlem vardı. Ama kötü olanları içime atıyordum.

"Kalk Tao. Tamam terslemeyeceğim bir daha. Ağlamayı da kes. Sana yakışmıyor." dedim. Sadece gözlerime baktı.

"Bana inanmıyorsun değil mi Sehun?" diye sordu.

"Üzgünüm ama her an bana saldırıp canımı yakacakmış gibi duruyorsun. Sen benim kabusumsun Tao. İnanmak benim için kolay değil. Her saniyemi Jong In'e yapabileceklerinin korkusuyla geçiriyorum ben. Sana inanmak veya başka herhangi bir şey istemiyorum. Tek isteğim ölmek." dedim. İçimde tutmak ağır bir yüktü.

Tao'nun bakışları daha öncekiler gibi değildi. Hatta karşımdaki Tao olmasaydı kollarında olmak isteyebilirdim. Sadece sarılsa bile acılarımı dindirebilecek iyi biri gibiydi.

Ne kadar farklı bakarsa baksın acımasız canavardı o. Bunu bildiğim sürece ona karşı değişemeyecektim.

"Biraz uyumama izin verir misin Tao?" diye sordum.

"Burada durmama izin verir misin Sehun?" diye sordu karşılık olarak. Benden cevap alamayınca bir kez daha konuştu.

"Sadece sessizce yanında kalacağım. Buna ihtiyacım var."

Hiç bir şey demeden yatıp gözlerimi kapadım. Uyandığımda ise karşımda beni izleyen Tao'yla karşılaştım. Gerçekten sessizce oturup uyanmamı beklemişti.

O akşam odasına gittiğinde saatler süren bir ağlama krizine girdi. Hatta bir ara duvara çarpıp kırılan eşyaların seslerini duymuştum Yanına gitmeye korkuyordum. Neyse ki kısa bir süre sonra tüm sesleri kesilmişti.

Dayanamayarak odasına gittim. Kapıyı açtığımda gözleri kıpkırmızıydı. Bir anlık korkmuştum ama hemen kendi rengine döndüğünde rahatlamıştım. Bir köşede oturduğunu görünce arkamı döndüm. Nasıl olsa bir şeyi yoktu. Üstelik beni bekleyen bir yatak vardı. Ama ben kapıyı kapatamadan Tao konuştu.

"Yanıma gelir misin? Söz veriyorum sana zarar vermeyeceğim."

Zorlukla konuşuyor gibiydi. Bu yüzden yavaş adımlarla oturduğu yere ilerledim. Ne yapmam veya söylemem gerektiğini bilmiyordum.

"Bana sarılır mısın Sehun? Kısa bir süreliğine her şeyi unutup bana sarılabilir misin?" diye sordu. Yüzüme bakmıyordu. Bir de gözünden akan yaşlar içimdeki saf Sehun için son nokta olmuştu.

Gözlerimi kapatıp onun Jong In olduğunu hayal ettim. Hayatımı elimden alan ve beni defalarca kez öldürmeye çalışan kişi olmadığını düşündüm. O ömrümü verebileceğim, yokluğunda nefes almakta zorlandığım ve kalbime dokunabilen tek adamdı. O Jong In'di.. Sadece böyle düşünmek istemiştim.

Yanına eğilerek kollarımı etrafına sardım. Karşılık olarak belime dolanan kollar beni germişti. Ama hala onu sevdiğim adam olarak hayal ediyordum. Elimi tutup saçlarına götürdüğünde şaşırmıştım. Gerçekten bunu mu istiyordu? Canavar Tao..? Bunu mu istiyordu?

Yavaşça saçlarını okşamaya başlamıştım.

"Seninle uyuyamam değil mi?" diye sordu. Cevap vermeme hakkımı kullanıyordum.

"İyi biri olmalıyım.. Değil mi? Eğer bunu yaparsam beni sevebilir misin?"

Ne saçmalıyordu bu? Kalbimin sadece Jong In'e ait olduğunu anlamıyor muydu?

"Üzgünüm Tao. Seni hayatımın hiç bir anında seveceğimi sanmıyorum. Ama dediğin gibi iyi biri olmalısın. Abin seni uzaktan izliyor ve acı çekiyor. Bence artık ona bunu yapmamalısın." dedim. Gözlerinden akan yaşlar tişörtümü ıslatıyordu. Kollarını da fazla sıktı.

"Beni sev Sehun. En azından arkadaş olamaz mıyız? Beni gerçekten sevemez misin?" diye sordu.

"Şuan beni duvara yaslayıp yumruk atıyor olman gerekirdi Tao. Bu haline alışamıyorum. Hadi kalk ve uyumaya çalış." diyerek kolunu çekiştirdim.

Olanlardan sonra bana ne gece ne de sabah tek kelime etmemişti. Ama akşam bir kez daha hayatımı karıştıracak bir olay oldu.

Tao markete bir şeyler almaya gidecekti. Ama o kadar tuhaf görünüyordu ki hem insanları korkutmasın diye hem de kendini kaybedip saldırmasın diye engel oldum.

"Ben giderim Tao. Ne alacaksan bana söyle. İnsanlar kırmızı gözlerinden korkabilirler." dedim.

Almak istediği şeyleri söyleyerek odasına döndüğünde masadaki telefonu fark ettim. Kapıdan çıkmadan önce onu da cebime attım. Jong In'i arayıp nasıl olduğunu öğrenmek istiyordum. Ama markete gidene kadar bundan çoktan vazgeçmiştim.

Tüm olaylar ise eve geri döndüğümde olmuştu. Yalnızca dakikadır yoktum. Bu bir evin yanması için yeterli bir süre miydi gerçekten?

Eve yaklaştığımda içeriden turuncu bir ışık yansıyordu. Yolun başındaydım. Eve doğru ilerlediğimde ise camlardan çıkan alevler görünüyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Etraftan alevleri gören bir kaç kişi evin önünde durmuş telefonlarıyla 119'u arıyorlardı. Eve girecektim ama alevler benim şok geçirdiğim sürede daha da büyümüşlerdi.

Aklıma cebimdeki telefon geldiğinde hemen parmaklarım Jong In'in adını buldu. Aksilikler peşimi bırakmadığını bu kez de göstermişti. Ondan yardım isteyecekken şarjı bitmişti. Tao hala evin içindeydi. Belki de boşuna endişeleniyordum. O çoktan çıkmıştı belki de. Aslında evin içinde olmasını bile umursamıyor olmam gerekirdi. Ama istemsizce ağlıyordum.

10 dakika geçmişti ama itfaiyeden gelen giden yoktu. Ama beni sarsan bir şok yaşıyordum. İçinde Jong In'in de bulunduğu dörtlü eve doğru koşuyorlardı. Fakat Jong In'in arkadaşının yerine Suho abi vardı. Belki de ben yaşadığım şok yüzünden hayal görüyordum.

Yanıma geldiklerinde Jong In sordu.

"Ne oluyor Sehun? Tao nerede?"

Elimle evi göstermiştim. Hala şaşkın bir şekilde etrafa bakıyordum. 119'u arayıp aramadığımızı sordular ve bir kez daha aradılar. Ama alevler evi iyice sarmıştı. Suho abi delirmiş gibi bağırıyordu. Eve doğru koştuğunda Jong In onu tuttu.

8 dakika daha geçmişti ve hala kimse gelmiyordu. Hayatımın bu anından gerçekten nefret etmiştim. Çünkü bunun için çok büyük bir sebebim olmuştu.

Jong In koşarak birinin elinde duran 2 su şişesini alıp etrafına boşalttı. Daha sonra da beni çekip dudaklarımdan öptü.

"Buradan sakın ayrılmayın. Onu kurtaracağım."

Alevlerin arasına girdiğinde yaşamak için bir sebebim kalmamıştı. Her şeyimi elimden alan adam an itibariyle sevdiğim adamın da katili olmuştu..

Dönüşüm ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin