06.09.23
Şevket Uşak
Burada kaçıncı günüm emin değilim, belki de sadece saatler geçmiştir. Defalarca dayak yemiştim, hatta bir ara kafama öyle bir darbe almıştım ki anlık olarak kim olduğumu bile unutmuştum. Uyuyor, uyanıyor ve kendi kanımın kokusunun da sindiği bu hücrenin karanlık duvarlarına bakıyorum. Yemek ve su da vermiyorlar. Psikolojim bok gibi olmuştu. Dayak yerken mesanemi tutamamış defalarca işemiştim, suratım kan içindeydi.
Kapı açıldığında korkuyla nefesimi tuttum ve direkt yüzümü korumaya aldım. Biri yakamdan tutup kaldırdığında bunun Ular olduğunu anladım. Beni en çok dövenler arasında o vardı, her zaman dinciliğime söverdi. Hatta Müslüman olmasam bu kadar dövmeyeceğini bile söylemişti. Onun hangi dine mensup olduğunu bile bilmiyorum, sırf evimde Kur-an gördü diye... Aniden başım döndüğümde yalpaladım. Kaç gündür açım? Başka bir eve sokup bir yumruk salladı. Yemin ederim artık dayanacak gücüm kalmadı.
"Kalk, yıkan. Bugün Büyük Baba geliyor, cevabını iyice düşün." Konuşurken kapıyı kilitlemiş, koltuğa yayılmıştı. Başım dönmese ben de yıkanmak istiyorum ama her ayağa kalktığımda bacaklarım birbirine dolanıyor. Beni zorla kaldırıp banyoya soktu ve çıktı. Duvarlardan destek alarak kalktım. Lavabo aynasından kendimi gördüğümde korkuyla başımı eğdim. O neydi lan? O benim yansımam mıydı?
Tekrar başımı kaldırdım; bir gözüm kapanacak kadar şişmiş, morarmış. Kaşlarımdan akan kanlar yüzümü kapatsa da elmacık kemiklerimdeki morarmadan yeşile dönmüş yerleri gözüküyor. Patlayan dudağımın kenarı beyazlayıp şişmiş. Yüzümün birçok yerinde şişik var. Üzerimdeki gömleği çıkardığımda gözlerimden yaşlar boşalmıştı. Göğsümü ve sırtımı kaplayan morluklar, bazı yerlerdeki kesikler...
"Kendini öldürmeye sakın çalışma ha! Ölürsen de bir şekilde organlarını satıp seni günaha bulayacaaaz dincii." Ular'ın alaylı sesiyle ağlamam daha da şiddetlendi.
Allah'ın verdiği emanet bu canı ben nasıl alabilirim zaten? Pantolonumu da çıkarıp duşa girdim. Yaralarıma ve şişik yerlere değen su canımı acıtsa da umursamıyordum. Banyo yaparken çokça su içmiştim. En sonunda abdest alarak çıktım ve kenardaki havluya kurulanıp poşeti açtım, tahmin ettiğim gibi temiz kıyafetler vardı. Onları giyindiğim sıra yüzümdeki yaralar yine kanamaya başlamıştı.
Poşetin içindeki kahverengi kazakla siyah pantolon bana bol gelse de umursamadan kendi kemerimi yeni pantolona taktım. Banyodan çıktığımda yüzümdeki yaralara peçete tutuyordum. Salonda aynı yerde bana bakan Ular oturmamı işaret etti ve kendisi ayağa kalktı. Tekli koltuğa oturdum. Elinde pansuman malzemeleriyle gelirken ağzının içinde söyleniyordu. Önüme çektiği sehpaya malzemeleri koyup kendi ayakta kaldı.
"Ee, buralısın diye mi burada öğretmen oldun dinci?"
"Birincisi ben kimyacıyım, Müslüman olmam beni dinci..." Açık yaraya bastırdığı peçeteyle dilimi ısırdım.
"Sorularıma cevap ver dinci."
"Hayır, buralı olduğumu bile unutmuştum. Eskişehirli Uşak ailesinin oğluyum, başka da bir şey yok," derken ellerimi kucağımda birleştirdim.
"Hatırlamıyorsun yani burayı ha? Üvey olduğunu sana ne zaman söylediler?" Sorarken işini öyle bir ciddi yapıyordu ki sanki doktormuş gibi.
"Söylemediler, biliyordum. Altı yaşımdaydım ama farkındaydım, yetimhane müdürümüz babacan bir adamdı."
"Şanslı piç," derken sildiği yaraya bastırdı. Gözlerimi kapattığımda sağlam kalmış gözümden bir damla daha süzüldü.
"Size yardım etmeyeceğim," dedim kırılmış burnumu çekerken. "Öldürürseniz öldürün, kimsenin zehirlenmesine yardım etmem."
"Bu konunun muhatabı ben değilim, derdini Baba'ya anlatırsın." Okulda hiç konuşmayan çocuk, buralarda şarkı bile söylüyordu. Koltuğun yumuşaklığı uykumu getiriyor, yaralarımın sarılması rahatlamamı sağlıyor. Ular işini bitirene kadar gözlerimi kapadım.
Onun dürtüklemesiyle gözlerimi açtığımda malzemelerin çöplerinin bile kaldırılmış olduğunu, dışarıdaki havanın karardığını gördüm. Kaç saat uyumuşum lan? Buraya gelirken saat kaçtı?
"Baba geldi, kalk." Ayağa kalktığımda duraksadım.
"Lütfen abdest alayım. Kabul etmeyeceğim sizin işlerinizi, Baba'nızın ne yapacağı da belli..." Yakamdan asıldığı gibi koridora çıkardığında gözümden yaş düşmüştü. Uyku bana iyi gelmemişti, aksine daha da yorulmuş hissediyorum.
İlk geldiğimiz eve sokup o masanın önüne attığında Baba dedikleri ihtiyar, koltuğunu buraya döndürdü. Dizlerimin üzerindeyken ona baktığımda adam yutkundu ve ayağa kalktı.
"Neden bu kadar dövdünüz?" diye sordu masasına yaslanırken.
"Kabul etmiyor Baba." Beni dövenlerden ve satıcı olduğunu bildiğim Necmi konuştuğunda adam başını salladı.
"Neden kabul etmiyorsun evlat? Bu işte güzel para var."
"Kanlı, gözyaşlı parayla kıçımı bile silmem. Zehirlediğiniz gençler ahirette yakanızdan tutarak sizi cehenneme sürüklerken bir de orada sizi görmek istemiyorum," dedim tüm cesaretimle. Ölümden korkum yok, asla da olmaz. Ben Müslüman'ım, sadece Rabbime secde ederim. Yaşlı adam güldü, hatta kahkaha attı.
"İyi tamam. Hadi yardım etmedin diyelim, sonra ne olacak? Seni öylece bırakacak mıyız?" Alayla gülüp başımı çevirdiğim sıra dede içten güldü. "Sana gerçek aileni bulduğumu söylesem."
Gerçek aile? Zaman durmuş gibi hissettim. En ateşli ergenlik zamanlarımda bile öz ailemi düşünmezdim. Mihriban annem, beni öyle çok severdi ki sanki biyolojik aileyi düşünsem ona ihanet edecekmişim gibi hissettirirdi. Ama şimdi burada beni öldürecek adam bulduğunu söylüyordu.
"Cehenneme kadar yolun var," deyip yüzüne tükürdüğümde tiksinmek yerine güldü.
"Ben iyi bir Baba'yım, Şevket. O yüzden sana hazırladığım sürprizi görmeden önce tekrar soruyorum; bize çalışacak mısın?"
"Size. Günahımı. Bile. Ver-mem." Tek tek ve heceleyerek söylediğimde dede başını kaldırıp işaret verdi. Odadan çıkmak üzere hareketlenen Bilal denilen adam, çıkmadan üzgün gözlerle Ular'a bakmıştı. Odaya başka, bir deri bir kemik kalmış adamla geri döndüğünde Ular dudaklarının arasından sessizce baba demişti.
"Seni hatırlıyorum demiştim ya Şevket. Araştırdım, çünkü ben babayım ve hiçbir oğlumu unutmam." Yaşlı dede konuşurken Bilal'in getirdiği herif tam yanımda diz çökmüştü. Benim bir otuz sene sonraki halime benziyor, ona bakmak gelecekteki aynaya bakmak gibi hissettirmişti. "Babanla tanış Şevket, seni benden kurtarmak için yetimhaneye bırakıp kaçan adamla."
"Ne saçmalıyorsun lan sen?" Ular bağırdığında biri keleşini ona doğrulttu.
"Sana hep bir abin olduğunu söylemiştim, oğlum. Neden şaşırıyorsun?" Dede anlatırken yanımdaki adamdan bakışlarımı alıp yere odaklandım. Onlar kavga ederken gözlerim kararıp duruyordu. Ular'ın kahkahasıyla ana odaklandım.
"Tamam, madem Şevket piçi abim. Bundan sonra babamın borcunu o öder, benden bu kadar." Gitmek için hareketlenen Ular'ı tüfekli adamlar durdurdu.
"Yok öyle bir dünya oğlum. Artık sen de abin de benim evladımsınız, bana çalışacaksınız. Değil mi Fikret? Oğullarının velayeti benim üzerimde." Yanımda adam titrekçe onayladığında kendimi bıraktım. Sağ tarafıma düştüğümde gözüm kararmadan önce Fikret denilen adamın yüzüne bakıyordum.
Nasıl bir Cehenneme düştüm ben?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ular -Erkek Versiyon
Teen FictionBen inançsız bir oğlanım, ama Rabbe değil. İnsanlara inanmam, çünkü biliyorum ki onlar sözlerini tutmayan birer kuklalar." Öz ailesine ne olduğunu bilmiyordu, aniden yetimhanenin kapısına bırakılmış çocuk Şevket'ti. Ama hayatı aksiyon filmlerinden b...