Ular Çevikel
Güvenilir bir kapı değilim, sadık kalmak ne demek bilmem bile ama kardeş denildiği an tüm duvarları yıkar geçerim. Dostluklar, arkadaşlıklar umurumda değil. Daha yedi yaşımda tanışmıştım Necmi ve ikizlerle, aileydik. Onların canları yandığında ben ölüyorum.
"Vallahi iyiyim lan," diyen Necmi uzattığım çorba kaşığından kaçmaya çalışıyordu. Boştaki elimi çenesine atıp kafasını kendime döndürdüğümde göz devirerek dudaklarını araladı.
"Bok iyisin. Gece kalkıp halini görmeseydim şu anda zebanilere direk dansı yapıyor olurdun."
"Abartma ammın..." Tekrar ağzına çorba teptiğimde sinirle bana baktı. "Ben cennete gideceğim lan."
"He he bok gidersin. Oğlum, sen günde en az elli kişiye madde satıyordun. Bu hayatla mı gideceksin cennete? Ulan cennettekiler utandı be." Lafım bittiği gibi tekrar çorba kaşığını ağzına teptim.
"Ne olmuş yani kardeşim? Zorla aldırtmadım ya. Herkes kendi istedi, aldı. Benim bunda ne suçum var? Bu işi yapmamak için kaçmaya, ölmeye çalıştım, olmadı. Ben de saldım. Biri gelip benim elimden tutsaydı yapar mıydım? Yapmazdım. Öyle gerekti ve yaptım, bunun günahı sevabı yok tamam mı? Cennete gidip bu dünyada tanıyamadığım annemin dizlerinde uyuyacağım." Onun cenneti bu kadar istiyor olmasına şaşırdım. Küçükken zalimliğe o kadar alıştım ki cennettin güzelliğinin beni korkutacağından korkuyorum derdi.
Durup kardeşimin gözlerine baktım, o kadar yaşlı duruyordu ki bazen ben bile ona saygı göstermek zorunda kalıyordum. Benden sonra bulunduğumuz hayattan en çok nefret eden oydu ama her zaman sessiz kalan da o.
"Ne bakıyorsun ammı?.." Küfrünü ağzına zorla soktuğum çorbayla tekrar kestiğimde burnundan derin bir nefes aldı, ama bundan anında pişman oldu. Kırık kaburgalarının ve yaralı iç organlarının acısıyla yüzünü buruşturdu.
"Geç bunları yavrusu, biz cehennemdeyiz. Bana daha on dakika önce sms geldi, liste değişmemiş." Söylediklerime gülerken nefeslerini ayarlamaya çalışıyor, can acısını en aza indiriyordu. "Seni özlemişim be Neco."
• • •
Arkamdan küfreden çok fazla insan bırakırım, kimseyi kendime yaklaştırmam, insanları canlarıyla tehdit ederim. İyi biri olarak hatırlanmam; ukala, kendini beğenmiş, saygısız, küfürbaz gibi onlarca kötülükle anılırım. Diyorum ya, kardeşim değilsen hiçbir şeyimsindir. Ana baba tanımam, arkadaşlıklara inanmam. O yüzden de birinin ihanet edebileceğini, beni tuzağa çekmeye çalışacağını her zaman tahmin ederim.
"Anladın mı kanka; baba buraları hep böyle yönetir."
Baba eskortluk için yine bir depoya yönlendirmişti, kısa konvoyla Küçükçekmece'deki depoya gelmiş, yüklerin boşaltılmasını bekliyorum. Geldiğimden beri de enayinin teki hiç sormadığım, ilgilenmediğim konuları anlatıyor. Yok Türkiye'nin şuralarına mal gönderilir, alınırmış falan filan.
"Enes'ti değil mi?" Sorumu yanıtladığında başımı salladım. Doğru hatırladığımı biliyordum. "Bak Enes, Baba bize koruma ve yerleşme imkanı sağladığı sürece nerede, neyi, neden yaptığı umurumda olmaz. Geldiğimden beri muhabbet kuşu gibi bık bık kafamın etini yedin. Az ötele."
"Ne yani gerçekten barınmak için geri geldin?" Onu onayladığımda göz devirdi ve ellerini cebine koydu. Onun bu huysuz tavırlarının altında yatan memnuniyeti görecek kadar insan sarrafıyım.
İşim oldukça kolay; tırlara arabanda korumalık yap, yükleme ve indirme sırasında istediğin yerde bekle, arabana binip geri dön. Şu anlık Baba'nın yaveri olmak dışında bu işlere de bakıyorum. Nereden baksan iki aydır da yanındayım. Büyük işler verecek mi merak içindeyim.
"Etrafta çok dolanıyorsun," diyen Abbas abi -arabada yanında olduğum adam- yanıma gelip dirseğimden tuttu. "Geç şöyle kenara."
Onun emrine uyup sokaktaki kapalı dükkanlardan birinin duvarına yaslandım ve onun sigara içişini izledim. İşin tek kötü yönü; sabahları Baba'nın dibinde, geceleri de buralarda olmak. Dört veya iki saat anca uyuyabiliyorken bünyem kendini toparlayamıyor. Ankara'dayken böyle miydi? Görevlere çıkmak istemediğimi söylediğimde iki dayak yiyor, istediğim kadar uyuyordum.
Sonunda işler bitip de yalıya dönmek için arabalara geçtiğimizde beklemekten uykum gelmişti. Yayıldım araç koltuğunda arada bir gözlerim kapanıyor, aradaysa far görmüş tavşan gibi açılıyordu.
"Uyuma, rapor hazırlayacaksın." Abbas'ın sözlerine başımı sallasam da gözlerim yer çekimine meydan okuyamıyor. Tekrar seslendiği sıra evin oraya geldiğimizi gördüm. Sadece biz değil, bir sedan ve Baba'ya ait olmayan bir araba daha sokakta bekliyor... Araçtan inip Abbas abiye baktığımda çenesiyle aracı işaret etti ki bunun 'git, hesap sor' anlamına geldiğini biliyordum.
Seri adımlarla farları, camları kapalı arabaya yaklaştım. Bir tur etrafında dönüp şüpheli durum aradım ama yoktu. En sonunda camına tıklattığımda filmle kaplı o cam açıldı, Şevket'in yüzünü gördüm. Kalbim delicesine atarken bir iki adım geri gitmiştim.
Bunca zaman Şevket'in bana tekrar nasıl davranacağını hep düşünmüştüm, ama tebessümlü mizacını hemen göreceğimi asla hayal etmezdim. Yan koltukta Sıraç, arkadaysa ikizler vardı. Kalbim boğazımda atarken yakalanma korkusunu iliklerime kadar hissettim.
"Selamun aleyküm kardeş," diyen Şevket otuz iki diş gülüyordu. "Doğum günün kutlu olsun."
"Siz... Lan manyak mısınız?" Arabaya yaklaşıp Şevket'in yakasına yapıştım. "Hepimizi öldürtmeye mi çalışıyorsun ruh hastası? Ne bok işiniz var burada? Ben size ihanet ettim, siktirip gitsenize."
"Yoo, bize öyle bir bilgi gelmedi. Hemen üst sokaktaki binanın çatı katındayız, ensendeyiz bebeğim." Şevket, dibindeki yanağımı öptüğünde nefesim kesilmişti. Kafamı geri ittirip aracını çalıştırdı, üst sokağa dönen yokuşa girdi.
Buradalar... Herkes hemen dibimde. Ben neden bu kadar korkuyorum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ular -Erkek Versiyon
Teen FictionBen inançsız bir oğlanım, ama Rabbe değil. İnsanlara inanmam, çünkü biliyorum ki onlar sözlerini tutmayan birer kuklalar." Öz ailesine ne olduğunu bilmiyordu, aniden yetimhanenin kapısına bırakılmış çocuk Şevket'ti. Ama hayatı aksiyon filmlerinden b...