28-

1K 96 4
                                    

Ular Çevikel

Kimsesiz ve köksüz olsam da hiç doğum günü kutlamamış değil, mum üflememiş değilim. Kardeşlerimle öyle güzel yerlerde kutlamış, onlarca ilgi çekici şeylere mumları dikmiştik ki klasik doğum günleri olmadığı için mutlu olurdum. Mesela bir keresinde yapım aşamasındaki binanın tepesinde nargile tütününe diktiğimiz mumlarla kutlamıştık, deliler gibi de eğlendik. Yani normal bir kutlama hiç olmamıştı. Ama şimdi... Bunun normal mi yoksa yaşadıklarımdan bile daha anormal mi olduğuna karar veremiyorum.

Sanki kendisi yalıda oturmuyormuş gibi denize sıfır mekan kiralamış, her taraf aşırı süslü, onlarca büyük markanın kurucuları, ceoları, yabancı konsolosluklardan insanlar... Tüm bu organizasyon benim için. Hani ben! Ular Çevikel. Yan kesici, uyuşturucu satıcısı, kaçakçı falan olan ben.

"Anasını si..." Elimle Necmi'nin ağzını kapatsam da eminim içinden söylemeye devam etti. Elimi zorla ağzından çektiğinde sözlerine devam etti; "oğlum bu ne lan? Lan bu iş dizilerde bile yok he. Oğlum Fransızlar var lan."

"Harbi mi kardeşim? Ben de dün gece kör olmuşum, net göremiyorum. Biraz daha saysana." İma yaptığımı anladığı anda vurmak için elini kaldırmıştı ki çevreye bakıp omzumu sıvazladı.

"Hatırlat dönünce kafana vuracağım." Gülerek omzumu ondan kurtardım. Hâlâ hastaydı, iyileşme aşamasındaydı. Ama gözlerini açar açmaz kardeşimi göreceğim dediğinden doktor daha fazla zapt edememiş, buraya getirmişti. "Bakma şöyle anasını satim."

"Nasıl bakıyormuşum? Kardeşime nasıl bakacağıma da mı karışacaksınız Neco Bey?" Şu anda mekanın balkonunda olduğumuzdan herkesten uzağız, ama Baba'nın gözü üzerimizde, korumaları da odada bekliyor.

"Her an ölecekmişim gibi bakıyorsun. Oğlum, benim lan Neco! Bana bir şey olmaz." Gülerek alnımı omzuna yaslasam da çoktan gözlerim dolmuştu.

"Seni kaybetmek babamı kaybetmekle eş değer be Neco'm. Ölürsen mezarına sıçarım," dedim dolan gözlerimi onun omzuna kurularken.

"Hâlâ aynı tehdit, hâlâ aynı! Sıç da rahatla lan. Bir aya ölüyorum bak, sıçmaya iyi hazırlan." Korumaların yüzlerini buruşturduklarını Neco'dan ayrıldığımda görmüştüm. "Korumaları kusturmadan sussak iyi olacak."

Neco'yla aynı anda gülerken Baba'nın beni çağırdığını gördüm. Kardeşimi eve geri yollayıp Baba'nın yanına, küçük kürsüye çıktım. Gelmeden ezberletilmiş teşekkür konuşmasını bildiğim her dilde çevirerek söylerken misafirlerin gözlerindeki hoşlantı bir tık gururumu okşamıyor değildi. Kürsüden inip yönlendirildiğim Fransız misafiri karşılamaya gittim.

"Hoş geldiniz. Sizi burada görmek büyük bir onur," dedim tebessümle adamın elini sıkarken. Kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim yok.

"Hoş buldum genç adam. Ecevit Bey'in oğlunun bu kadar güzel Fransızca konuşacağını tahmin edemezdim. Sizi tanımak bir onur Ular Bey."

"Teşekkür ederim efendim. Şimdilik diğer misafirlerin yanına da gitmeliyim, eğlenmenize bakın." Adam başını salladığında yanından ayrılıp iç çektim. Misafirlerin her biriyle onların dillerinde konuşup kenara çekilebilmem bir saatimi almıştı.

"Bu merasim ne zaman bitecek?" Sorarken yüzüme yapışmış ve ağrı yapan tebessümle Baba'ya bakıyorum.

"Bir..."

"Selamın aleyküüm!" Bilal'in sesini duyduğumda yüzümdeki acıtan gülümseme anında silinmiş, gözlerim sonuna kadar açılmıştı. "N'aber millet? Hello!"

"Ular'ım!" Birol'un haykırışı ve ayak sesi geldiğinde onların tarafına döndüm. Bilal yavaşça bana doğru gelirken masalardan aldığı kanepeleri ağzına tıkıyor, Birol'sa biraz daha kibar duruşla yürüyor. Şevket boynuma sarıldığında dengemi bulamadığımdan birkaç adım geriye gittim. "Çok özlemişim be!"

"En çok ben özledim lan!" Dibimizde biten Bilal aniden boynumdan öptüğünde neye uğradığımı şaşırdım. 

"Abisi çok özledin mi bizi?" Birol durduğu uzaklıktan sorarken gülerek bana bakıyordu.

Özlemek mi? Oğlum, ben bu zamana kadar yaşamıyormuşum lan. Nefes diye aldığım bok sadece ciğerlerimin çalışması içinmiş. Burada aldığım nefes...

"Ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Böyle önemli bir anı nasıl bozarsınız?" Baba gelip bir de onları iteklediğinde sanki kalbime yumruk atmış gibi hissettim.

"Ben... Ben halledeceğim Baba. Söz veriyorum, her şeyi halledeceğim. Çocuklar kenara geçip bekleyin lütfen." Titreyen ve kekeleyen sesime rağmen düzgün cümleler kurduğumda her ne kadar birbirlerine nefretle baksalar da beni dinlediler. Tekrar kürsüye çıkıp farklı dillerde aynı konuşmayı yaptım; "yaşattığımız ses gürültüsü ve görüntü kirliliği için özür dilerim. O kişiler benim ortaokuldan kalmış arkadaşlarım, burada olacaklarını bilmiyordum. Size rahatsızlık verdiğimiz için tekrar özür dileriz."

Kürsüden indiğimde Baba zevkle gülümsüyor, kardeşlerim direkt bana bakıyordu. Görüntü kirliliği dememe takılmayacaklar mı? Onları en kenara çektiğimde Semih abi de dibimizde bitti.

"Buraya neden geldiniz?"

"Doğum gününü kutlamaya," diyen Şevket uzanıp alnımdan öptü. "İyi ki doğdun en ufağımız."

"Eyvallah eyvallah da sizin yeriniz burası değil."

Bilal devam etmemi engelledi; "senin de değil. Sen bu kıyafetlerin adamı bile değilsin. Hele şekle bak, şekline soktuğum."

Gülmek, ona karşılık vermek istedim ama yapamam. Artık onlar düşmanımız, ben de Baba'nın oğluyum, onlar benim hiçbir şeyim.

"Defolun lan buradan. Ne hakla gelirsiniz oğlum? Hele sen Şevket; Baba'yı dava et, yalan yanlış suçlamalar da bulun sonra kalk buraya gel. Nesiniz oğlum siz? Siktirin gidin, başımı belaya sokmayın. Yok eski Ular, öldü o. Sizin yalanlarınıza kanıp öldürüldü. Hadi yallah." Onlara takınabildiğim en sert tavrı takınıp Semih abiye bakmamaya çalıştığımda ne kadar başarılı olduğumu düşünüyordum.

"Aynen anasını satayım! Tek suç zaten bizim. Ulan seni düşünüp gelen kafama sokayım lan!" Bilal öfkeyle beni ittirip uzaklaşmaya başladığında Birol da dolu gözlerini saklayarak yanımızdan ayrıldı.

"Seni seviyorum," diyen Şevket tekrar sarıldı. "Kardeşim olduğun için seninle gurur duyuyorum."

"Hiçbir sikim değilim lan!" Onu ittirip yumruk attığımda beynimde iğrenç bir sızı hissettim. "Siktir git. Hayatıma girdiğin ilk günden beri sıçıp batırmaya devam ediyorsun, hâlâ utanmadan güzel şeyler söylüyorsun."

"Babam," dediğinde duraksadım. Ayağa kalkıp güldü ve gözlerimin içine baktı. "Babam, bana çok güzel bir hikâye anlattı, Ular. O hikâyeden sonra artık seni bırakmam. Beni öldürürsen o ayrı mesele ama sen de öldüğünde bu sefer diğer tarafta boynuna sarılacağım kardeşim."

"Siktir git. Senin gibi itler için parmağımı bile kıpırdatmam oğlum! Hadi yaylan, yoksa çöp gibi atılırsın!" Şevket sözlerime rağmen neşeyle güldüğünde az kaldı ben de gülecektim, zor tuttum kendimi.

"Tekrar geleceğim kardeşim," diyerek çıkışa ilerledi. Hâlâ sızlamaya devam eden kafamı umursamadan misafirlerin yanına gitmek için döndüm.

"Eğer onlara hakkettikleri gibi davranmasaydın onları öldürecektim." Semih abinin duygusuzca söylediği sözleri içime oturdu.

Biliyordum; onlara karşı nasıl davranması gerektiğini anlamak ve Baba'ya anlatmak için peşimden gelmişti. Eğer iyi davransaydım öldürürdü...

Ular -Erkek VersiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin