24.09.23
Ular Çevikel
Hayal kırıklığı her yaşta berbat hissettirir, yaşamını baltalar. Karşımdaki adamın hayal kırıklığına uğradığını hemen anlayabilecek kadar paramparça olmuştum, şimdi de düşmanımı böyle görmek sevindiriyor. Beni yanına alalı bir buçuk yıl geçmişti; ilk zamanlar mutlu olan şimdi zamanla çökmüştü. Ne olduğunu kimseye de söylemiyor.
"Çok ileri gittiler Ular," diyen Baba'yla dikkatimi gerçekten ona verdim. Çalışma odasındayız, saatlerdir masasını izliyor diye ben de penceresinin önüne geçmiştim. "Çok fazla gittiler, ayaklarını kesmek gerekiyor."
"Kim Baba?" Başını kaldırıp bana baktı, derin bir iç çekti.
"Şevket abin." Anında dikkat kesilip tam önüne geçtim. "Bana mal yaptığınızda altına şeker koyacağınızı anlamayacağım mı sandınız? Neyse dedim, bak Ular seninle. Sonra seni de aldılar, götürdüler elin gavur memleketlerine. Bekle dedim, Ular bırakmaz. Neyse ki döndün, kapıma kendi ayaklarına geldin. O kadar dayak yedin, yine çizgini bozmadın. Ama Şevket durmuyor, durmayacak. Durdururum."
Şevket ne yaptı ki bu kadar kızdırdı Baba'yı? Aferin lan abime. Gülmemek için kendimi kastım. Her ne yapıldıysa hayal kırıklığına uğratabilmişler.
"N- ne yaptılar?" Eğlencemi bastırmaya çalışsam da dışarıdan üzgün duruyorum.
"Abilerini ve ablalarını... Veliahtlarımı aldılar. Onlara nasıl ulaştılarsa hepsi, ama hepsi ifşa oldular, artık bir sürprizi kalmadı. Birçoğu emirlerimi sorgulamaya başladı." Veliaht?.. Veliahtları mı varmış? Nasıl? Sene oldu buraya geleli, nasıl bilmem? "Şevket çok oldu."
"Baba, Şevket kim, sen kimsin? Senin veliahtlarına bulaşamaz bile, tek sözüne bakar toparlanman. Neden düşünüyorsun ki?" Sorumdan sonra başını iki yana salladı.
"Ben sineklerden nefret ederim, Ular. Hele ki vızıldayıp duran kara sineklerden. Şevket'i diz çöktürecek bir adım atacağım, bir daha ayağa bile kalkamayacağı." Kalbim korkuyla sıkışırken mimiklerimin değişmemesi adına nefeslerime odaklandım. "Onu mahvedeceğim."
Şevket Uşak
Vallahi Allah'ın sevgili kuluyuz; bir plan bu kadar kolay işlenebilir mi? Evet, çok fazla pürüzlük çıkmıştı ama halletmek o bize adresleri atan numarayla çok kolay olmuştu. Birkaç kere arayarak görüşsek de kullandığı ses değiştirme cihazıyla sesinin hangi cinsiyete ait olduğunu bile bilmiyoruz. Yunus, numaranın konum bozucu kullandığını söyledikten sonra tüm takip etme planlarımız suya düşmüştü. O numaranın sahibi tam nokta atışı adresler göndererek veliahtların çoğunu kendi tarafımıza çekmemize yardım etmiş, çekemediklerimizi ise bir şekilde oyun dışı yapmıştı.
"Abiler bir tatili hakketmedik mi be?" diyen Sıraç koşarak koltuğa atladı. "Ben annemleri özledim. Şöyle bir iki günlüğüne ziyarete gidip orada da tatil mi yapsak?"
Bilal hevesle atılacakken Birol onu görmeden konuştu: "Biz burada kalırız, daha fazla rahatsızlık vermeyelim."
"Hoppala! Başa döndük," dedim gözlerimi kapatırken.
"Abi saçmalamayın ya. Sizin sayenizde onlarca insanı yakaladık, belki birilerini kurtardık. Aksiyon geldi hayatımıza ya. Ben sizi seviyorum, siz niye böyle şeyler düşünüyorsunuz? Üzüyorsunuz ha." Sıraç üzgün sesiyle konuştuğundan gözlerimi açıp baktım, dolu dolu bakıyor Birol'a.
"Abi evet ya. Böyle deme ne olur, benim de kalbim kırılıyor. Sıraç hiç var olmamış kardeşim gibi, böyle ona zarar gelecek düşüncesi bile üzüyor." Bilal yerinden kalkıp Sıraç'ın yanına gitti ve omzunu tuttu. "Oğlum kendini hiç yalnız hissetme tamam mı? Ölsem bile kanatlarımla korurum seni."
"Eyvallah abim." İkili birbirlerine sığındıklarında güldüm.
"E hadi kalkın gidelim o zaman, hazırlanın hadi." Sözümle herkes ayaklandı, bense oturup onların atışarak hazırlanmalarını dinledim. Bilal'e takılan Birol'e kızan Sıraç, Sıraç'a methiyeler döken Bilal.
Huzur bulmayı kesip ben de ayaklanıp odama geçtim. Valizimi hazırlarken babamı arıyordum. Arama yanıtladığı an oraya geleceğimizin haberini verdim. Bir süre hep sizi mi çekeceğiz lan diye dalga geçse de annemle beraber bizi özlediğini anlatıp aramayı sonlandırdı. Tabii kapatırken Birol'un Bilal'e çok takılmamasını uyarmıştı.
Kısa süreli hazırlanmamızla çantalarımızı arabaya yükleyip biz de bindik. Sürücü koltuğuna otururken Birol'un yanıma oturması gerektiğini keskince emretmiştim. Adam da yirmilerinde bebe nasıl bana emir verir demeden oturmuştu. Bilal'le Sıraç arkaya geçtiğinde çoktan online savaş oyunlarını açmış, takım olmuşlardı.
Yalının önünden geçerken kardeşimizi burada bırakmak beni üzüyordu. Bunca süre onu çok az görebilmek, sürekli işlerini mahvetmek zorunda kalmak onun hayatı hakkında çok fazla zorlamış, korkutmuştu. Her gün acaba Baba, kardeşime dokundu mu diye günlerce uykusuz kalmıştım. Hele Necmi'm... Büyük bir fabrikada çalışıyordu ve iyileşmesi uzun sürmüştü. Bacağının hiç iyileşmeyeceğini, geri kalan hayatında aksayarak yürüyeceğini öğrendiğimde babamla saatlerce ağlamıştık. Hatta babam tüm bağlantılarını kullanarak birçok doktorlarla konuşmuştu.
Üç saatlik yolun iki buçuk saati boyunca İstanbul'da harcamıştık. Beş saat sonra anca Kocaeli'nin çıkışlarına gelebilmiştik.
"Abi yorulduysan ben süreyim," diyen Birol'u onayladığım sıra kenara çekmiştim. Üzerimizden atlattığımız son veliaht sırasında çok uykusuz kalmıştım, bir iş çıkar diye uyumuyordum. Ama madem tatile gidiyoruz, yolda biraz uyuyabilirim. Yan koltuğu biraz yatırıp kollarımı göğsümde bağladım.
• • •
Eskişehir girişinde beni uyandırdıklarında uykumun yarısını almıştım, diğer yarısını annemin dizlerinde alırım. Bir marketten alışveriş yapıp arabamın bagajını doldurduğum telefonum çalmaya başladı. Tam kimin aradığına bakacakken düşük pil uyarısıyla tamamen kapandı.
"Şarjınız var mı? Biri beni aradığı sıra bitti. Belki annemdir," dedim araca binmeden ekip üyelerine bakarken.
"Valla bizim saatler önce bitti. Oyun su gibi şarj emiyor," diyen Sıraç kapalı telefonunu cebinden çıkarıp kafasında salladı. "Birol abi, seninki ne durumda?"
Ceplerine arabaya bakan Birol mahcup bir ifadeyle bana baktı.
"Evde unutmuşum abi ya." Kötü oldu... Bari kimin aradığını görebilseydim! Acaba annemler mi bir şey istiyor?
"Neyse, gitmeden ekmek de alalım. Belki ekmek yoktur."
"Ben alırım!" Sıraç koşarak markete geri gittiğinde onun bu haline güldüm. Araca binip araç şarjına telefonumu taktım, ama tamamen sıfır olduğundan açılması zordu. Birkaç dakikaya Sıraç da gelip bindiğinde eve doğru yola çıktık.
Evimizin olduğu sokağa girdiğimde nedensizce panik yapmaya başlamış, ellerimin terini kurutmaya çabalamıştım. Sonunda evin önüne geldiğimizde araçtan iner inmez Sıraç'ın da öyle olduğunu gördük. Bagajdan poşetleri alırken gözüm hep evdeydi. Aramızdaki sessizliğe kimse karışmıyordu. Bahçeye önden ben girip kapıyı çaldım. İçeriden hiç ses gelmezken içimdeki stres giderek büyümüştü.
Üçüncü çalışımda Bilal arkadan seslendi; "camiye gitmiş olamaz mı?"
"O zaman annem açardı oğlum." Sıraç beni aşıp sinirle kapıya vurdu.
"Bekleyin burada," deyip elimdeki poşetleri yere koydum ve evin arkasına dolandım. Aralık balkon kapısına bakarken bahçedeki ayak izlerine kaşlarımı çatmıştım. Tedirgin adımlarla girdim içeriye, ellerimin titremesini kesmek adına yumruk yapıp açıyordum. İçerideki değişik koku midemi bulandırıyordu.
Salona geçtiğimde geriye doğru birkaç adım attım. Nefesim sıkışırken duvardaki kırmızı yazıyı okuyamıyordum. Kan gölü olmuş evimizde annemle babamın başı sehpanın üzerinde, vücutlarıysa koltuktaydı.
"Abi! Açsana şu kapıyı, ağaç olduk!" Sıraç'ın sesi ön kapıdan gelse de algılayamıyorum. Sanki beynim Türkçeyi unutmuş, bambaşka evrene geçmişti. "Aloo! Oğlum parti mi var lan içeride?"
"Abi her şey yolunda mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ular -Erkek Versiyon
Teen FictionBen inançsız bir oğlanım, ama Rabbe değil. İnsanlara inanmam, çünkü biliyorum ki onlar sözlerini tutmayan birer kuklalar." Öz ailesine ne olduğunu bilmiyordu, aniden yetimhanenin kapısına bırakılmış çocuk Şevket'ti. Ama hayatı aksiyon filmlerinden b...