Ular Çevikel
İngiltere güzel bir memleket; yolları, mimarileri, gezilecek yerleri. Özellikle o dönme dolabı... Semih de güzel bir çocuk, bir şekilde hep bize yardım ediyor, mutlu olmamız için elinden geleni yapıyor ve hatta kendini bize adıyor. Sanki işi yeterince baş ağrıtıcı değilmiş gibi sırf eğlenelim diye birçok yorucu aktiviteler düzenliyor. Tamam, ilkin hepimiz bir şüphelenmedik değil ama adam kendini çok güzel kanıtladı. Her güldüğünde parıldayan gözleri var. Hele Muammer amcayla konuşurken, çocuk beş yaşındaki veletlere dönüyor; dedem dedem diyerek konuşuyor.
Ama biliyorum, her yalnız erkek bir gün kötü yola düşüp etrafını tarar. Bazıları o kötülüğü devam ettirirken diğerleri kaçabilir.
"Ellerine sağlık Frank. Torpille girince tembel biri bekliyordum, ama yüzümü kara çıkardın." Patronum Halime Hanım maaşımı verirken gururumu okşamıştı.
Evet, burada bir ayı doldurduk ve bugün hepimizin maaş günü.
"Teşekkür ederim efendim," derken ellerimi sıkıyordum.
İyi insanlar tarafından övülmeye alışık değilim ve alışamıyorum. Sanki aniden onları hayal kırıklığına uğratacakmış gibi hissetmekten öyle rahatsız oluyorum ki bunu hissederler diye de korkuyorum.
Sonunda lokantadan çıktığımda arkadaşlarla vedalaşıp İngiltere'nin sokaklarında yürümeye başladım. Lokantadaki işi kabul ettiğimde daha az İngilizce konuşacağımı sanıyordum, öyle olmadı. Bir ayda neredeyse müşterileri anlayacak düzeye geldim. İlkin sadece bulaşıkçı olarak çalışsam da Halime Hanım yüzümün daha çok müşteri çekeceğini söyleyerek garsonluğa vermişti. Yorucu olduğunu söylesem yalan olur, Baba'nın yanında daha çok yoruluyor, iğrenç bir psikolojiye giriyordum. Ama burada her şey daha rahat. En azından daha çok gülümsüyorum.
Telefonumu çıkarıp grup konuşmamıza girdim, işten çıktığımı söyledim. Durağa geldiğimde otobüs beklerken Şevket'in profil fotoğrafına bakıyordum. Bu kez fotoğrafında sadece kendi vardı ve fotoğrafın hikayesini biliyorum. Arka bahçelerinde mangal yaparken Bilal'in burnundan kola çıkmıştı, böyle güzel ona gülüyor.
Aniden resim büyüyüp telefon elimde çalınca korkuyla titredim ve telefonum elimden düştü. Duraktaki birkaç yolcu bana gülerken utanarak yerden telefonumu aldım, aramayı yanıtladım.
"Ohoo! Oğlum telefonla mı oynuyordun lan? Bu ne hız yiğidim?" Onun eğlenceli sesini duyduğum an yüzümdeki tebessüm büyüdü.
"Çocuklara çıktığımı yazıyordum, aktiftim yani. Sen böyle her akşam arayacak mısın?" Alayla sorsam da alayımı anlayacak mı korkusu vardı.
"Aha! Beyimiz rahatsız mı oluyor? Ol ulan, ol. Çok da umurumda. Nasılsın, yoruldun mu?"
"Yorulmadım, işimi seviyorum ve rahatsız de olmuyorum. Sen nasılsın?" Sorduğum sıra birkaç hışırtı, kapı kapanma ve Şevket'in iç çekiş sesi geldi. "Bir sıkıntı mı var?"
"Benimle böyle uzunca konuşabilmek için illa gitmen mi gerekiyordu Ular? Elhamdülillah, bir sıkıntımız yok da... Oğlum orada her şey gerçekten iyi mi? Kimi arasam işimden memnunum, her şey yolunda diyor. Elbette kötü bir durum aramıyorum... Sadece... Bak bir şey oluyor da söylemiyorsanız burada kahrolurum. Gerçekten iyi misiniz?"
"Şevket, bizi nereden, kimin elinden kurtardığını hatırlıyorsun değil mi? Bir baronun elinden, yıkılmaya ant içilmiş binanın bodrum katından, okulda uyuşturucu satabilmek adına yirmi iki yaşında liseye giden..."
Sözümü kesti; "o yüzden diyorum ya Ular. Zaten kötü şeyler yaşadık, en azından kaçtığımız yerdeki sıkıntıları dert etmeyelim demeyin. Bir sıkıntınız, rahatsız olduğunuz durum varsa anlatın, çözelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ular -Erkek Versiyon
Teen FictionBen inançsız bir oğlanım, ama Rabbe değil. İnsanlara inanmam, çünkü biliyorum ki onlar sözlerini tutmayan birer kuklalar." Öz ailesine ne olduğunu bilmiyordu, aniden yetimhanenin kapısına bırakılmış çocuk Şevket'ti. Ama hayatı aksiyon filmlerinden b...