23-

1.2K 124 15
                                    

15.09.23
Ular Çevikel

İstanbul güzel memlekettir, birkaç kere iş için gelsem de çok kalamadan geri dönmüştüm. Ankara'da deniz görememenin ne demek olduğunu İstanbul'da çok iyi öğrenmiş, ruhuma işlemiştim. Şimdi denize sıfır bir yalıda, üzerimde jilet gibi takım elbiseyle temelli buradayım.

"Şh bak hele bebe," diye Baba'nın yemekçilerinden birini çağırdım.

"Buyurun efendim." Önümde el pençe divan durması... Oğlum hoşuma gidiyor lan!

"Bu ne lan kuş yemi gibi! Yok mu bir ekmek? Oğlum bir bana bak bir de tabağa, sence ben bunla doyar mıyım?" Çocuk dudaklarını birbirine bastırırken başını eğdi. "Gül la gül, rahat ol aslan parçası."

"Pardon efendim, gülmek istememiştim. Nasıl istiyorsanız hemen getireyim." Elimdeki tabağı ciddiyetle alıp koşar adım mutfağa gitti.

Yalıdaki partimsi bir toplantıdayız... Baba buna ne demişti?.. Bir şey toplantısının... Siktir et. Arkadan çalan klasik müzik beynimi gıdıklasa da durmaya devam ettim.

Baba'nın yakın korumalarından biri olarak atandım, arada ayak işine gitsem de genel olarak onun çevresindeyim. Yalıda kaldığım odam evde değil, bodrumda. Evet. Her gün götümü satsam alamayacağım pahalılıkta kıyafetler giyip takılar takıyorum, ama gece olduğu an pis bodruma geri dönüyorum. Kral iş valla. Bir tane klozet de taktılar oraya, yemeğim zaten ayağıma geliyor. Kral yaşam lan. Yarını düşünmeden, oh mis.

"Ular Bey, Baba çağırıyor." Yanıma gelen garson, misafirlerin yanındaki Baba'yı işaret ettiği an yüzümdeki tebessümü silip ciddi bir surata büründüm.

Yavaş ama son derece tetikte yürüyerek yanlarına vardım, Baba anında misafirlere döndü.

"Size oğlumdan bahsetmiştim; Ular'ım. Kendisi çok cesur, sağlam ve yıkılmayan bir karaktere sahiptir. Ona sahip olmak hayattaki en büyük şansım." Baba'nın anlatımlarıyla omuzlarımı dikleştirdim.

"Hoş geldiniz," diyerek bir baş selamı verdim.

"Hoş bulduk yakışıklı. Baban senden öyle güzel bahsetti ki seni yakından görmek istedik, malum durduğun yer buraya pek uzaktı. Babandan böyle övgüler almak eminim senin için çok güzeldir." Konuşan kadına bir bakındım; atmış beş yaş üstü, aşırı makyajı yüzünden cilt renginden emin değilim, her tarafı kırışmış, dudakları öyle küçük kalmış ki ruj olmasa belli olmayacak. Aşırı dekolteli elbise giyse de frikik verebileceği hiçbir yeri yok.

"Elbette babamdan güzel övgüler almak insanın içini hoş etmiyor değil, ama beni asıl sevindiren sizin gibi göz alıcı, harikalar harikası bir kraliçeden çıkan sözlerdir efendim." Kadın ettiğim iltifatlarla kırılıp büzülürken Baba kimseye göstermeden elinin tersini bacağıma vurup ona dönmemi sağladı.

"Haddini bil ve yerine dön Kuçu." Başka yerlere bakarak kulağıma fısıldadığı sözlere güldüğümde bana döndü, anında sessizce havlıyormuş gibi yaptım. Misafirlere hoş bir son selam verip yerime döndüm, ellerimi arkada birleştirdim.

"Ular Bey." Mutfak tarafından seslenildiğinde oraya baktım, azarladığım yeni yetme genç garson. Beni yanına çağırdığında gittim, beraber mutfağa girdik. Çalışanlara selam verirken hepsinin arı gibi çalıştığını görmek beni üzmüştü. Yazık lan... Günlerdir böyle çalışıyorlar. "Siz doymam dediğinizde hazır kimsenin dikkatini çekmeyecek zamandayız diye özel tabak hazırladım. Buraya geldiğinizden beri size hep az yemek veriliyor."

"Senin adın ne delikanlı?" Sorumla birlikte duran genç çocuk, masanın köşesindeki dolu tabağı işaret etti.

"Şevket, efendim. Afiyetler olsun." Yanımdan uzaklaşsa da arkasından bakmaya devam ettim.

Şevket...

Şevket Uşak

İhanet her yaşta acıtan, iz bırakan ve kolayca unutulmayan bir eylemdir. İnsanın canı çıkar da ihanetin acısı çıkmaz. Çok istemiştim... Gerçekten kurtarmayı, nefes olabilmeyi çok istemiştim. Bir umut var derdim hep; her şey için her zaman kurtarabilecek, tutunabilecek dal vardır. Ama o dalların insanlar tarafından kesildiğini göz ardı ediyormuşum.

Kulağımda kulaklık, sessiz bir seviyede Kamuran Akkor'un Bir Ateşe Attın Beni şarkısı çalıyor. Ailemin evindeki odamdayım, şifonyerin üzerindeki en son çekildiğim fotoğrafa bakıyorum; bir yanımda Ular, diğer tarafımda Sıraç, arkada da ikizler ve Necmi var. Daha yeni çıkarttırmıştım bu fotoğrafı, çok özlediğimden dayanamamıştım. Belki de gideceğini hissettiğimdendir.

"Abi," diye seslendi kapımın ardındaki Birol. "Abi yapma böyle ne olur. Harap ettin kendini, hastalanacaksın."

"Bir hafta, altı gün Birol." Sesimin dışarıya ulaşmadığını bilsem de sözlerime devam ettim; "yok, gitti. Gitmesi sorun değil, keşke en başında istediği yerlere gitseydi ama gittiği yer Baba'nın yanı olmasaydı."

"Abi haklısın, vallahi çok haklısın..." O beni duydu mu lan? Kulağımdan kulaklıkları çıkarıp ayağa kalktım, kapıyı açtım. Birol da çok kötü çökmüştü, adamın göz altları artık tamamen mor olmuştu.

"Sen hakketten beni duydun mu lan?"

"Duydum abi..." Söylediklerimin hepsini tekrar ettiğinde bozulmuş sinirimle gülüp Birol'u içeri davet ettim. O sandalyeye ben de yatağa oturdum. "Abi sinirini bizden çıkarsan? Bak böyle hayattan koparak kendine daha çok zarar veriyorsun. Bilal'in sinirleri iyi çalışmaz, vurduğunun yarısından çoğunu hissetmez bile. Gel bizde boşalt sinirini, öfkeni, kırılmışlığını. Mihriban abla bile bize bağırıp rahatladı."

"Annem size mi bağır?.."

Sorumu böldü: "Öyle değil. Haberi aldıktan sonra daha fazla içinde tutmaya dayanamayıp ani bir patlama yaşadı, ama sonra özür diledi zaten. Ne kadar gerek yok desek de özrünü dileyip kırılmamış gönlümüzü almaya çalıştı. Abi, biz size karşı çok mahcubuz. Muammer amcaya da söyledik, bizi bırakın, biz başımızın çaresine bakalım."

O konuşurken ağrıyan başımı tuttum.

"Olmaz öyle şey Birol. Sizin ne suçunuz var? Bilal'in ne suçu var? Ağladınız lan. İlk gün özürler dileyerek ağladınız, biz size niye kızalım, hor görelim? Hatta siz İngiltere'ye dönün, çalışıp para biriktirin. Plan devam etsin, kimse size dokunamasın."

Başını iki yana sallayıp omzumu tuttu. Sanki başımdaki tüm düşünceleri almak ister gibi alnını alnıma dayadı.

"Anca beraber kanca beraber abi. Bizi ölüm bile ayıramaz artık."

Ular -Erkek VersiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin