31-

939 97 5
                                    

24.09.23

Ular Çevikel

Güven sorunları olan biriyim; karşımdakine güvenmem için bazen ayların, senelerin geçmesi gerekebiliyor. Yani beni biri arayacak da konuma gönderecek? Ulan bunu Şevket ya da diğerleri istese bile kabul etmem, bok da çıkabilir. O yüzden yaralı bir halde yalıya geri dönmüş, yalanlarımı sıralamıştım; saldırıya uğradık, sadece ben kaçabildim, herkesi tek tek öldürdü. Kimi, neyi, nasıl koruyacağımı bilemedim. Malların hepsini asitle yok etti. İşin saçma tarafı herkes yaralarımı görünce bana inandı, Baba'nın emriyle oraya gittiler. Çok fazla kişilerdi, öyle temiz ve hızlı çalıştılar ki ne olduğunu anlayamadığım sözümle de ortadan kaybolan cesetlerin peşine düşmeye karar verdiler. O telefon hâlâ cebimde, saklıyorum.

İki gündür yaralarım yüzünden yaptığım zorunlu perhiz boyunca ne başım ağırmış ne de kusmuştum. Sanki hiç hastalığım yokmuş gibi kendime gelmiştim. Bu durumda da bana verilen yemeklerden şüphelenmemi sağlamıştı. Baba, ona muhtaç olmam için her şeyi yapar. Bundan dolayı şimdi mutfağın arka kapısına adımlıyorum. Oraya geldiğimde adının Şevket olduğunu hatırladığım, aralarındaki en deneyimsiz görünen çocuğun zorlanarak çöpü çıkarmaya çalıştığını gördüm.

"Bana bırak," derken elimdeki sigarayı duvarda söndürüp izmaritini poşete attım.

"Abi, ben yapardım. Zahmet olmasın sana?"

"Şevket bu poşet senden daha ağır aslanım, olur şeyler söyle." Çöpü sırtıma atıp ona göz kırptım. "Hayırdır, böyle ağır şeyi niye sana kakaladılar?"

"İçeride bardak kırdım, ceza verdiler. Abi alışmışım özel restoranlarda kocaman alanlarda az kişiyle çalışmaya, burada ev mutfağında böylesine kalabalık yerde yapamıyorum. Hep bir şeyler kırılıyor ya da çarpıyorum. Bıktım ya." Onun isyanına gülerken karşımda Erkete varmış gibi hissetmiştim. O da yeni işlere başladığında hep sızlanır, eskilerini arardı.

"Dur burada, atıp geliyorum. Sigara içer misin?" Sorumu utanarak onayladığında cebimdeki paketi direkt ona verdim. "Çakmak da kutunun içinde. Bekle ha."

"Tamam abi. Bekliyorum," dedi yere otururken.

Çöpü dışarıdaki sokak konteynerine atıp geri döndüğümde Şevket'i bulamadım. Tam sövecekken içeriden elinde iki bardak çayla gülerek çıktı, anında yanına adımladım. Bardaklardan birini alırken onun gibi yere oturmuştum.

"Nasıl gidiyor Şevko?" O kadar ciddi sormuştum ki çocuğun bile boş vermiş damarları toparlanmış, hüzne bulunmuştu.

"Bazen yaşadığım hayatın kocaman bir şaka olduğunu düşünüyorum. Ablam, Baba'nın otelinde temizlikçiydi. Yanlışlıkla Baba'nın misafirlerinden birinin lavabosunu temizlerken yüzük gidere düşünce borçlandı. Yüzük de beş kanatlı tek taş mıymış, pahalı bir şeymiş işte. Götümüzü satsak alamazdık, ikimiz de ağına düştük. Benim restoranda çalıştığımı öğrenince evine aldı, evinde çalıştırmaya başladı. On yedi yaşımdayım, abi. Konuşmayı, şarkı söylemeyi, arada tembellik edip telefonuma bakmayı çok istiyorum ama asla izin vermiyorlar. Borç bitene kadar sadece çalışabilirmişim. Çok yoruldum ya." Çocuk her nasıl susturulduysa anlatırken tüm uzuvlarıyla anlatıyor, arada yükselen sesini zar zor bastırıyordu.

"Ben varım oğlum burada, ayıpsın lan. Arada gelip kaçırırım, kimse de bir şey diyemez." Uzanıp omzunu sıktım ve göz kırptım. "Oğlum, senin yaşındayken Ankara'nın anasını ağlatıyordum var ya. Kimse de bir şey diyemiyordu."

"Valla mı abi? Nasıl yapıyordun, anlatsana. Belki ben de yaparım ha?" Kahkaha atıp küçük çocuktan elimi çektim. "Abi dalga geçme ya."

"Dalga geçiyorum tabii manyak. Bunlardan kurtuluş yok oğlum. Bir adımını yakaladılar mı adamı yakarlar," dedim çaya bakarken. "Ee mutfakta her şey yolunda mı? Aslında şanslısın ha; babanın yemeğine biraz çamaşır suyu, birkaç güne felç kalır."

"Çok isterim, ama onun yemekleriyle, içecekleriyle tek kişi ilgileniyor. O da sadece kilerde çalışıyor, daha görmek nasip olmadı. Ama abi şey..." Mutfağın kapısına bakıp biraz bana yanaştığında kaşlarımı çattım. "Sen uyuşturucu kullanıyorsan burada değil de rehabilitasyon merkezinde olman gerekmez mi ki kriz de geçirmen gerekirdi?"

Kaşlarımı çattığım an benden uzaklaştı. Ne uyuşturucusu lan?

"Sen nereden biliyorsun bunu," diye atılan yalana ayak uydurdum.

"Yemeğine sürekli bir sıvı koyuyorlar; yağ gibi bir şey. İçtiğin suya bile katıyorlar. Ne olduğunu çok sorduğumdan başlarından savmak için anlattılar; çok büyük bağımlıymışsın, o yağdan koymazlarsa geçireceğin kriz buradaki herkesi öldürürmüş." Fısıldamayı kesip biraz uzaklaştı ve vücudumu süzdü. "Geldiğinden beri kimseye de bir zararın olmadı ama bilemem..."

"Suyuma bile?" Sorumu başını aşağı yukarı sallayarak onayladım. "Valla iyi yapıyorlar be aslan parçası. O olmasaydı seni bile keserdim."

Elimdeki bardağı aniden bırakıp onu gıdıklamaya başladığım an kahkaha attı. Ellerimden kaçınmaya çabalarken yere tamamen yatmış, ben de üzerine eğilmiştim. Yalvarıyor, gülmelerini bastırmaya çabalıyordu. Sonunda durup nefes almasına müsaade ettim.

"Ee? Annen baban yok mu?" Kendini toparlamayı kesip yattığı yerden gökyüzüne baktı.

"İkisi de ayrıldı, nerede olduklarını bilmiyoruz. Ablam ulaşmaya çok çalışmış, ama her seferinde eli boş kalmış. Kim olduklarını bilmiyorum, ablamın düşüncesine göre öğrenirsem ben de peşlerine düşermişim, her seferinde elimin boş kalması beni çok üzermiş. Hiç anlaşamadıklarını söylerdi, her gün kavga ederlermiş. Yani anlayacağın ablamla ben yalnız kovboylarız, bir şekilde hayata tutunmuştuk. Bu lanet yere düşüne kadar. Mutlu bir hayatım vardı; arkadaşlarım, özel yerlerim, ablamla uyuyakaldığımız küçük koltuğumuz. Her şey çok güzeldi. Zaman çok acımasız be abi."

"Zaman değil, insanlar acımasız aslan parçası. İnsanlar..."

Ular -Erkek VersiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin