Defineye Cin Büyüsü Yapmışlar

49 0 0
                                    

 "ONLAR" YAŞANMIŞ GERÇEK CİN HİKAYELERİ KİTABI ÇIKTI

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"ONLAR" YAŞANMIŞ GERÇEK CİN HİKAYELERİ KİTABI ÇIKTI. TRENDYOL ÜZERİNDEN İNDİRİMLİ BİR ŞEKİLDE ALABİLİRSİNİZ. 


Bu hikaye 1998 yılında Karadeniz'in bir köyünde yaşanmıştır. Adım Sercan, İstanbul'da doğup büyümüş, sıradan bir ailenin çocuğuydum. Babam memurdu ve İstanbul'da yaşamak zorluklarını bilirsiniz. Babam, biz iki çocuğunu okutmak için çok çalışırdı ancak maddi olarak yetişemediği için hafta sonları ek iş yapardı. Bu yüzden babam genellikle bize yeterince zaman ayıramazdı ve bu durumdan dolayı ona kızardım. Şimdi ise 35 yaşındayım, evli ve iki çocuk babasıyım. Şimdi babama ne kadar haksızlık etmiş olduğumu daha iyi anlayabiliyorum.

Yaz aylarını severdim, çünkü bu bize maddi rahatlama sağlardı. Babam, istediğim bisiklet ve bilgisayar gibi ihtiyaçlarımı genellikle yaz sonunda karşılardı çünkü memlekette fındık bahçelerimiz vardı. Her sene Ağustos başında köyümüze gider, fındığımızı hasat edip sattıktan sonra Eylül ayı başlarında İstanbul'a geri dönerdik.

1998 yılının Ağustos ayı, diğer yıllardan biraz farklı geçmişti ve o kabus dolu günlerden sonra bir daha memleketimize adım atmadık. O sene babamdan karne hediyesi olarak atari istemiştim. Babam fındık hasadından sonra alacağını söyleyince dünyalar benim olmuştu. Allah'ım, köyümüzde fındık bahçesinde çalışmak için sabırsızlanıyordum. Çıkarım olmasa bu kadar hevesli çalışmazdım sanırım.

Bir akşam saat 8'de otogardan otobüsümüz kalkacaktı, valizlerimizi hazırlarken babama geçen sene aldırdığım walkmanimi unuttuğumu hatırlayıp, hemen odama koştum çekmeceden müzik setinin kayıt tuşu ile radyodan kayıt yapmakta kullandığım birkaç kasetimi de yanıma alarak çıktım.

İstanbul'dan köyümüze kadar sürecek olan 12 saatlik yolculuk başka türlü çekilmezdi. Babamın arkadaşı Osman amca bizi otogara götürmek için arabasıyla gelmişti kapımıza.
Çok bekletmeyip valizleri bagaja yükledik ve bindik arabaya. Ev ile otogar arası 20 dakikaydı. Kısa bir süre sonra varmıştık otogara. Otobüsümüze binip çıktık yola. Boğaz Köprüsü'nden geçerken bu şehri özleyeceğim dedim içimden. Ne zaman köye gitsem bir hafta sonra İstanbul özlüyordum çünkü.

Size biraz köyümüzden bahsedeyim. Karadeniz'in yeşilinden söz etmeme gerek yoktur diye düşünüyorum. Bizim oralarda da büyük ağaçlar, ormanlar çoktur. Yerleşim yerleri ve bu yerlerin çevreleri genellikle fındık bahçeleri ile çevrilidir. Köy merkezi; düzlük alan üzerine kurulmuş, köyden ziyade kasabayı andıran, evlerin çok olduğu ve köylülerin alışveriş ihtiyaçları için kullandığı, yaklaşık 130-150 haneli bir yerdir.

Merkezden uzaklaştıkça, yüksek tepeler karşılar sizi. Dedemlerin evi yani bizim kalacağımız ev, bu tepelerden birinin ortalarında kalıyordu. Merkezle ev arası yürüyerek yaklaşık 25 dakika mesafedeydi. Yol üzerinde; çok eski, çürümeye terk edilmiş bir okul ve mecburen üzerinden geçmemiz gereken, köyün deresinin üzerine kurulmuş, ahşap bir köprü vardı.

O köprüden ne zaman geçsem, nedenini bilmediğim bir ürperti sarardı vücudumu. Köy meydanı ile köprü arasında sadece iki hane vardı. Bu bir tanesi köprüye uzaktı. Diğeri ise köprüden yaklaşık 50 metre kadar gerideydi. Bu evde, tek yaşayan, Fadime adında yaşlı bir kadın vardı. Kimseyle konuşmayan, insan gördüğünde saklanan tuhaf bir kadındı.
Bu kadına daha sonra değineceğim...

Köprüden sonra ise tepeye tırmanış başlıyordu. İki tarafı ormanlık olan, oldukça ıssız ve taşlık bir yoldu.Tek başıma olduğumda gündüz bile geçerken korktuğum yoldan gece geçmek zorunda kalsam ne hissederdim acaba diye düşünürdüm bazen.

Dedemin anlattığına göre bizim köyde eskiden Rumlar yaşarmış.Kurtuluş Savaşı zamanında buradan kaçan Rumlar, savaş bittikten sonra geri geliriz umuduyla, altın ve değerli eşyalarını çeşitli yerlere gömmüşler. Köy halkından altın bulan bir kaç kişi olduğunu da söyledi muhabbet arasında. Son olaydan sonra kimse define aramamış.

Geçen sene, bir gün, köye bir takım yabancı insanlar gelmişti.Kendilerini devlet memuru olarak tanıtıp, keşif yapacaklarını söylemişlerdi. Dedem gelen kişilerin çelişkili konuşmalarından şüphelenip altın aramaya geldiklerini düşünmüştü.Onlara, vazgeçmeleri için olayı anlattığında duymuştum. Sonrasında adamlar korkmuş olacak ki köyü terk etmişlerdi.

Olay şu şekilde gerçekleşiyor. Sene 1979. Aralarında Fadime teyzenin oğlu Mehmet'in de bulunduğu üç genç sürekli define ararlarmış. Bir gün Mehmet, dere kenarında gezinirken ahşap köprüye yakın bir yerde, büyük bir kayanın üzerine kazınmış bir takım izlere rastlar. Bu izlerin Rumca harfler olduğunu düşünerek heyecanlanır. Daha önce oralardan defalarca geçmiş olmasına rağmen daha önce hiç dikkatini çekmemiştir.

O günün akşamı, her akşam olduğu gibi arkadaşlarıyla köy kahvesinde buluşur ve kayadan bahseder. Arkadaşları, hemen kazma küreği alıp "gidelim" derler ve yola çıkarlar. Dere kenarına geldiklerinde tam kazmaya başlayacaklarken Mehmet'in gözü ahşap köprüye takılır. Köprü üzerinde, eli yüzü belli olmayan birkaç varlık onlara bakıyordur.

Mehmet gördükleri karşısında panikle arkadaşlarını uyarır ve kayanın arkasına oturur titrer vaziyette arkadaşlarına bakar. Arkadaşları köprüye baktıklarında bir şey göremezler. Olayı bir kenara bırakıp, heyecanla kayanın etrafında çeşitli yerleri kazmaya başlarlar. Yaklaşık bir saatlik kazının ardından kazma ahşap bir sandığa isabet eder.

Sandığı kaldırdıklarında da altında bir testi olduğunu görürler. Sevinç çığlıkları yankılanır ormanın içinde. Sandığı açan arkadaşlar; sandıktan çıkan kurumuş yılan derisi, kuru birtakım otlar ve cam bir şişe içinde kan benzeri bir sıvı görünce nasıl bir belaya ulaştıklarını anlarlar. Bütün bunlar yaşanırken Mehmet testiyi kaldırıp yere vurmuştur bile. Testinin içindeki çil çil altınlar ortaya çıktığında, kayanın arkasındaki ormanlık alandan, kulak tırmalayan ses çığlık sesleri yükselir.

Cin Hikayeleri  +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin