26. BÖLÜM

3.6K 270 85
                                    

"ŞEHİTLER ÖLMEZ!"

Ne diyeceğimi, ne düşüneceğimi hiç bilmiyordum. Karmakarışık aklım, titreyen ellerim ve bitap düşmüş bedenim... Tüm bunlar sadece bir buçuk ay içerisinde gerçeklemişti. Bir anda Ediz'in şehit haberini öğrendim. Sonra kanser olduğumu, daha sonra Ediz'in aslında şehit olmadığını, sadece bana saplantılı olan kişiyi yakalamaya çalıştıklarını öğrendim.

Ben, bundan bir sene önce İstanbul'da küçük bir semtte ve aynı şekil küçük bir evde yaşıyor, bir hastanede stajyerlik yapıyordum. Şimdi ise; yirmi iki yaşında olmama rağmen, yaşlı bir kadından farksızdım.

"Kızım," dedi Gülsüm anne. Bakışlarımı duvardan ayırıp, Gülsüm anneye baktım. Daha sonra Ediz'e... Gülsüm annenin bakışları boştu, Ediz'in bakışları ise; merak ve endişe doluydu. "Bak, seni zorlamıyorum. 'Affetmeyeceğim' dersen anlarım çünkü çok zor şeyler yaşadın."

"Ben," dedim ne diyeceğimi bilemez bir şekilde. Zorlukla aldığım nefesim, beni çok yoruyordu. "Ben," diye mırıldandım tekrardan. Affedemezdim. Tamam, aşırı derecede affetmek istiyordum ama bir buçuk ay boyunca çektiğim zorluklar gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçince kendime haksızlık edecekmişim gibi hissediyordum.

"Pekala," Dedi Ediz, yarım bir gülümsemeyle. Elleriyle yanaklarımı kavradı, fakat farkettiğim tek şey; paramparça olmuş yanağıma daha hafif bir şekilde dokunuyordu. "Kendine iyi bak, olur mu."

Ağlamamak için alt dudağımı sertçe ısırdım. "Sende kendine iyi bak." Dedim gülümsemeye çalışarak. Yanımızda duran Gülsüm anneyi umursamadan, alnımı, yanaklarımı ve gözlerimi öpüp benden ayrıldı. Ama gözlerden öpmek, sonsuz bir ayrılığa yelken açmak değil miydi? O halde neden Ediz gözlerimden öpmüştü?

Ediz, tereddütle kollarını açıp, Gülsüm anneye doğru adım attığında, Gülsüm anne daha fazla dayanamayıp ağlamaya ve Ediz'e sıkı sıkıya sarılmaya başladı. Ardından Sevcan'da o'nlara katıldığında gülümsemeden edememiştim.

"Kendinize iyi bakın." Dedi Ediz, boğuk çıkan sesiyle. En sonunda ayrıldıklarında, Ediz'in gözlerinin dolu dolu olduğunu gördüm. "Önce Allah'a, sonra birbirinize emanetsiniz." Ardından yeşil renkteki valizini aldığı gibi dışarıya çıktı. Bizde Ediz'in arkasından dışarıya çıktığımızda, Ediz son kez bize bakıp gülümsedi ve dik bir şekilde önüne dönüp sert adımlarıyla yürümeye başladı.

Ben ise; kuyunun yanında duran, içi su dolu kovayı alıp Ediz'in arkasından hafif bir şekilde döktüm. Bu kadardı. Her ne kadar Ediz'i affetmesemde, o'na kötü bir şey olacak düşüncesi beni kahrediyordu.

Burnumu çekip, suyun yukarıdan aşağıya doğru süzülüşünü takip ettim. Bu kadardı. Her şey bir oyun gibi görüksede, oyun değildi.

"Anne," Sevcan'ın telaş barındıran sesini duyduğum an, irkilip bakışlarımı anne ve kıza yönelttim. Gülsüm anne elini kalbine koymuş, zorlukla nefes alıp vermeye çalışıyordu. "Anne!" İkimiz birden Gülsüm annenin koluna girip eve doğru yürümeye başladığımızda, Gülsüm anne biraz daha kendine gelmiş, hırıltılı nefesleri düzelmişti.

"İyi misin, Gülsüm anne?" Dedim dikkatle koltuğa oturtarak. "Sana su getirmemi ister misin?" Başını 'evet' anlamında salladığında koşar adımlar mutfağa gittim ve cam bardağa ılık suyu doldurup, tekrardan salona girdim.

Bardağı, Gülsüm annenin dudaklarının arasına yerleştirdiğimde yavaş bir şekilde içmeye başladı. Birkaç yudumun ardından geri çekildiğinde, üstelemeyip bardağı sehpanın üzerine bırakıp, Gülsüm annenin yanına oturdum.

Perdenin Ardındaki Yüzler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin