7. BÖLÜM

11.1K 560 271
                                    

"KATİL"

Dinleyeni olmadığı için değil, anlayanı olmadığı için sessizleşir insan...

Bir Hafta Sonra

Bir Hafta geçmişti. Özel numara o günden sonra mesaj atmamış, üstüne sağlık ocağına bile gitmeye başlamıştım.

Şimdi ise özlediğim sandalyemde oturuyor, hastamla ilgileniyordum. "Bu ilaçları sabah-akşam içmeniz gerekiyor. Yemekten önce, günde iki kere. Geçmiş olsun." Kadın minnettar bir gülümsemeyle odadan çıktı.

Çok geçmeden kapı çaldığında 'gel' diyerek oturuşumu düzelttim. Gelen kişiye baktım. Kolu gelişi-güzel sarılmış, yirmi sekiz otuz yaşlarında bir adamdı. Gözleri koyu kahverengi, teni yanıktı.

Hızla oturduğum yerden kalkıp elime lastik eldivenlerimi taktım. Kolu oldukça kanamıştı çünkü. Hastaneye gitmesi gerekiyordu ama merkez buraya oldukça uzaktı.

"Siz geçin oturun şöyle." Gösterdiğim yere oturduğunda ezca dolabından pansuman malzemelerini aldım. "Nasıl oldu bu?"

"Bıçak girdi." Kolunu dikkatle tutup sardığı kanlı kıyafeti aldım. Bu görüntüyle yüzümü buruşturdum. Çünkü kemiği gözüküyordu.

"Çok kötü gözüküyor." Seri hareketlerle pamuğa batikon döktüm ve yaranın üzerine sürdüm. Yüzüne baktım, acıdığına dair bir görüntü var mı diye ama yoktu. Öylece bir beni bir kolundaki yarayı inceliyordu.

Batikonu sürdükten sonra iğneyi alıp yavaşça dikmeye başladım. Bu iş yarım saat falan sürmüştü. Çünkü beş dikiş atmak zorunda kalmıştım. Dikişli bölgeyi sargı beziyle yedi, sekiz kat sarıp ucunu bantladım.

"Tamamdır," ilk yardım çantasını toparlayıp tekrardan dolaba koydum ve sandalyeye oturdum. "Şimdi size birkaç krem ve ağrı kesici ilaç yazacağım. Çünkü uyuşukluğu gidince sızlamalar meydana gelebilir." Elimi uzattım, kimliğini vermesi için. Ancak adam anlamadığına dair bakış attı. "Kimlik?"

"Ha, pardon. Kusura bakma." Ceketinin cebinden çıkardığı kimliği alıp TC'sini girdim. Daha sonra küçük bir kağıda eczaneden alacağı ilaçları da yazıp tekrardan adama uzattım.

"Hafta da üç gün muhakkak yanıma uğrayın. İki ay sonra da dikişleriniz alınacak. Tekrardan geçmiş olsun."

Konuşmadan bana bakıyordu. Gözlerinde gördüğüm kadarıyla, saf bir nefret hakimdi. Bir şeye mi sinirlenmişti bilmiyordum ama bana bakışından rahatsızca kıpırdanıp boğazımı temizledim.

Tam o an beni bu girdaptan çıkaran şey kapının tıklanması oldu. Karşımdaki adam yüzündeki ketum ifadeyi bir anda silip gülümsedi.

"Sağ ol." Bende aynı şekil gülümseyip adamın odadan çıkmasını izledim.

Çok kasıntı bir herifti.

"Aynen," dedim kendi kendime. Oturuşumu düzeltip kolumdaki dijital saate baktım. 12:56'ydı. Birazdan yemeğe çıkacaktık.

Kapı çaldı. Başımı kaldırıp içeriye giren kişiye baktığımda tam anlamıyla dumura uğradığımı hissedebiliyordum.

Baran'dı bu.

Onuncu sınıfta, beni tüm okula karşı rezil eden çocuktu. İğrenç grubuyla beraber, beni herkesin önünde öldürmeye yeltenen çocuk. Tabi o sıralar aileme söyleyemiyordum. Çünkü spor salonunda üstümü değiştirirken iç çamaşırlı fotoğraflarımı internete yaymakla tehdit ediyorlardı.

Perdenin Ardındaki Yüzler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin