30. BÖLÜM

4.1K 320 350
                                    

"SON SÖZLER"

Sekiz saat...

Evet, tam sekiz saattir ameliyathane kapısının önünde bekliyorlardı, Ediz ve Mete. Kardeşi yoğun bakımdan çoktan çıkmış, normal odaya alınmıştı. Anıl ise direkt olarak morga götürülmüştü.

"Hayati riski yüksek," demişti hemşire. "Kurşun tam omurgasına denk gelmiş, yaşasa bile felç riski var." Ve bunları söyleyip gitmişti.

"Canı çok acıyor mudur?" Dedi Ediz, kalbine çöken ağırlıkla. "Yalvarırım," akan gözyaşlarını hızla sildi. "Yalvarırım sevdiğim kızın acılarını bana ver."

O an ameliyathane kapısından çıkan doktorla bütün sesler sustu. Öyle ki, her ikisi de nefeslerini dahi tutmuşlardı. Doktor, birkaç dakika boyunca baktı, o'na beklentiyle bakan çocuklara. "Maalesef, hastayı kaybettik."

İkisininde gözleri şokla açıldı. "Ne?" Çaresiz bir ses, nasıl bu kadar sessiz çıkabilirdi. "N...nasıl?" Diye fısıldadı bir kez daha.

"Biz elimizden geleni yaptık ama..." derin bir nefes aldı. "Hasta çok fazla kan kaybetmiş, üstelik kalbinde bulunan rahatsızlık bu durumu daha fazla kötüleştirmiş."

"Kalbinde bulunan rahatsızlık?"

"Bilmiyor muydunuz? Karınızda koroner arter hastalığı varmış. Tabi bu tedavi edilebilir bir durumdu fakat, damarlar iyice büzüşüp, tıkandığı için hastayı biraz zorlamış." Ardından çaresiz bir gülümseme yollayıp yanlarından ayrıldığında, Mete ve Ediz dumura uğramışçasına ameliyat kapısına baktılar.

"Hayır," yutkundu Ediz. "Hayır, ölemez. Ölmedi o!" Başını art arda iki yana sallıyor, bir çare karşısındaki Mete'ye bakıyordu. "Hayır, hayır ölmedi..." bir çocuk gibi omuz silkmeye başladı.

Mete'ninde Ediz'den bir farkı yoktu. Doktor, öz kardeşinin öldüğünü söylüyordu fakat Mete'nin elinden gelen hiçbir şey yoktu.

Az sonra ameliyathanenin kapısı tekrardan açıldı, ancak bu sefer çıkan kişiler birkaç hemşire ve üzeri örtülmüş bir şekilde sedyede yatan sevdiği kızdı. Hemşireler sedyeyi sürüklerken, Ediz direktmen önlerine geçti.

"Hayır, hayır götürmeyin, Adin'imi!" Diye bağırdı Ediz. "Götürmeyin, yalvarırım götürmeyin. Hem üşür o."

"Beyefendi..." demişti hemşire, Ediz'e çaresiz dolu bakışlarını yollarken. "Lütfen zorluk çıkarmayın, morga götürmek zorundayız."

"Hayır! Hayır, çok üşür o. Soğuğu sevmez benim Adin'im. Yalvarırım götürmeyin." Ama bunlar boş yalvarışlardı. Hemşireler sedyeyle beraber asansöre binip, eksi bire bastılar. Bir diğer asansöre ise Ediz ve Mete binmişti.

Morgun önüne geldiklerinde ikiside birbirine bakıp, derince yutkundular. Kimse yoktu arkalarında. Bir oyun kurulmuştu, planlar ortaya atılmış, herkes kaçmıştı. Geriye sadece ikisi kalmıştı.

Mete gülümsedi. Ediz ağladı. Ama ikisi de dik bir şekilde morgun kapısından içeriye girdiler. O an ikiside; morg çekmecesine koyulan sedyeyi gördüler. O sedyenin üzerine bir adamın sevgili, diğer adamın kardeşi yatıyordu.

Ediz; Mete'nin, Mete ise; Ediz'in omzunu destek olurcasına sıkıp, derin bir nefes aldılar ve örtüyü yavaş bir şekilde açtılar. Fakat gördükleri yüz ikisininde şaşırmasına neden olmuştu. Bu Adin değildi. Belki şu an sevinmeleri, sıkıca birbirlerine sarılmaları gerekiyordu ama sanki ikisi de donmuş gibiydi.

Ve ikisininde ağzından şu kelime çıktı; "kaçırılmış,"

ADİN KORKMAZ

Gözlerimi ağır ağır açıp, hiç görmediğim odada gezdirdim. Burası bir hastane değildi. Öyle ki, her yeri ahşapla düzenlenmiş, büyük ve şık bir odaydı.

Perdenin Ardındaki Yüzler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin