CC | 1

814 30 6
                                    

<•••>

"Jeongin geri gelsin o zaman." ellerimi yukarı kaldırıp beni ilgilendirmez der gibi bakmıştım yüzüne. Gözlerini devirip kollarını birleştirdi öğretmen edasıyla. "Çocuğun uyumasına fırsat veriyormuş gibi konuşma amına koyayım. Sizden anca kurtuldu. Gelir mi sanıyorsun?"

"Evet."

"Gerizekalı." Kapıya ilerlemeye başlamıştı çoktan. Beni ikna etmeye gücü yetmezdi bu sincabın. Başından beri anlamış olması gerekiyordu. "Ben de seni çok seviyorum Jisung!"

"Anan diyorum, anan!" Kapıyı çarpıp çıkmasıyla kahkaha attım. Yatağın üzerine kurulmuş, önündeki bilgisayarda bir şeylerle ilgilenen Hyunjin'le göz göze geldik o an. Sırıtarak bana bakıyordu. "Nasıl da kaçırdık ama tilkiyi. Tüh, yazık oldu!"

"Su dökerek hata etti." Yatağımın üzerine oturup Konuşmaya devam ettim. "Bura beni taşıdığı için dünyanın en kıymetli yerlerinden birisi tamam mı?"
"Yaptığın çok korkunçtu ama." hafifçe titremişti. Gülümsedim. "O kadar da değildi bence."
"Gecenin dördünde çocuğun kulağına kulaklığı takıp son ses rock müzik açtın Lee Know. Hem de her gün aynı saatte..."
"Uyumasaymış amına koyayım."
"Uyumadı ki zaten!" Kahkaha attı. Aklına gelen anılarla gülüyordu muhtemelen. "Gece dörtte Chan'ların odasına gizlice giriyordu senden kurtulmak için. Oraya gelemeyeceğinin farkında olacak kadar zekiydi en azından."
"Aynen." canım sıkılmıştı Chan konusu açılınca. "İyi geçirdi ama orospu çocuğu."
"Kas yapmış abisi. Yürek yiyen birini kolayca devirebilirdi."
"Ağzına sıçayım Hyunjin."
"Aynen ondan."
Sırıtarak bilgisayarına geri çevirdi bakışlarını. Ayaklanıp çantamı dolabın kenarından aldım. Çıkmadan önce gidişimi çok da fark etmeyen -etmek istemeyen- Hyunjine çevirdim bakışlarımı. "Felixle Jeongin artık aynı odada biliyorsun değil mi?"

"YA HYUNG!" Kahkahamı tutamazken kapıyı kapatıp merdivenlere yöneldim. Bu çocuğu sinirlendirmek hayatımda en çok zevk aldığım aktiviteydi. Aramızda sadece 8 ay olmasına rağmen Hyung demesi de hoşuma gitmişti şahsen. Tabii bir anlık söylediğine emindim.

Adımımı dışarı atar atmaz karşı odadan çıkan kişiyle anlamaz bir şekilde kaşlarımı çattım. Beni gördüğüne pek de sevinmeyen Jisung önden ilerlerken giydiği siyah deri ceketin ona ne kadar yakıştığını düşünmeye başlamıştım. Aynı servisteydik ve okula birlikte gidip geliyor oluşumuz istemsizce onunla konuşmama neden olmuştu. Keşke senle hiç muhattap olmasaydım, diyen Jisung hariç halimizden memnun gibiydik.

Yan yana yürüyüp benle sohbet etmek istediğinin farkındaydım, yavaşlamıştı ama aramızda nereden baksanız 4 metre vardı. Biraz daha yavaşlamasını sağlamam gerekiyordu yetişmek için.

"Düşmüş!" dikkatini çekmek için yüksek sesle bağırmıştım. "Ne?" etrafına bakındı bir süre. Yanına vardığımda konuşmaya devam ettim. Hala bir şeyi düşürüp düşürmediğini kontrol ediyordu. Han Jisung'un zeki olduğunu iddia edenler yalnızca sınav notlarına bakmaması gerektiklerinin farkında mıydı acaba? "Modun yani..."

"Bence benim değil de senin modun düşmüş gibiydi dün akşam." sırıttı. "Chan'a bakamadın yemek yerken." Sinir kat sayım yükselmeye başlıyordu işte. Her boku yetiştirmek zorunda mıydı bu orospu çocuğu?

"Bakamadın değil bakmadım Han Jisung. Bakılacak bir sıfatı yok çünkü."

"Ondandır kesin." sırıtarak önüne dönmüştü. Ona olan zaafımdan dolayı kolayca konuşabilmesi sinirimi bozmasına rağmen bir şey demedim. Bahçeye çıktığımızda yerdeki taşı ileri doğru ittire ittire yürüyordum şimdi.

Dayanamamıştı. Kolumdan tutup durdurdu ve elini karnıma doğru götürdü. "Fazla acıyor mu?" endişelenmesi hoşuma giderken yorum yapmama hakkımı kullanıyordum. Bir çift gözün üzerimizde olduğunu hissetmem beni daha da mutlu ederken sessizce karnıma götürdüğü elini tuttum bu sefer. Avuçlarımın arasındaki eli ısıtmak için sıcak nefesimi üfledim. "Üşümüşsün Hannie."

Bir an daldığına şahit oldum. Küçük bir an. Bu beni korkuturken kendine gelmesi için ayağımla ayağına bastırdım. Transtan çıkmış gibi sol tarafta bizi izleyen Chan'a çevirdi yüzünü. Sonra hemen bana döndü ve elini ellerimden kurtarıp önden yürümeye başladı. "Se- servise geç kalacağız."

"Evet." gerilmiştim. Ellerimi enseme atıp Jisung'un gidişini yok sayarak utangaç bir şekilde Chan'a baktım. "Naber dikizci."

"Ne dikizleyeceğim be?" morali bozulmuştu. Adım kadar emindim. Chandı bu. Sinirini, hüznünü, neşesini gözlerinde görememe olasılığınız yoktu.
"Az önce öy-"
"Uzatma." Önüme geçti. Giydiği siyah pantolon ve siyah sıfır kollu ona çok yakışmıştı. Saçlarını bugün biraz daha şekillendirerek gelmiş gibiydi.
"Sizin servisteyim artık."
"Ne?"
"Korktun sanki."
"Ne alaka..." Duraksamıştım. Chan'ın kardeşi de aynı servisteydi. Yani sıçmıştım.

Circus | MinchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin